“Biz kenti değiştirirken, kendimizi de değiştireceğiz, kendimizi değiştirirken de, kentimizi değiştireceğiz!”Bu önermeyi içselleştirmemizle doğru orantılı olarak kentlilik kültürümüzü ve yaşam standartlarını yükselte biliriz. Günümüzde metropoller ve periferi kentler, sınıflar arası çelişkilerin ve sınıflar arası ayrımın giderek belirginleştiği ve derinleştiği mekânlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle sermaye sahiplerinin mali baronluğunun hâkimiyetiyle ve elbette siyasi iktidarın da desteğiyle mali birikimin kent içerisinde dilediği gibi ranta dönük mekânlaşması geniş halk yığınlarının yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Gerçekte kentin gerçek sahipleri olan bu geniş halk yığını iradi olarak yaşadığı kente yabancılaştırılmış, kentin sorunlarına çözüm bulma ve yönetimine etkin katılma bilincinden yoksun bırakılmıştır.
İlimizde de hızla çoğalan kapalı özel güvenlikli siteler, soylulaştırma olarak nitelendirilen, emekçilerin veya kentli yoksulların kıt kanaat yaşadığı mahallelerin kentsel dönüşümle zenginlerimize hizmet eder hale getirilmesi ve emekçilerin yoksulların kentin dışına atılmaya çalışılması bu sınıfsal ve mekânsal ayrışmanın en can alıcı noktaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Bir kutupta, sermaye birikimi, diğer kutupta, kendi emeğini başkalarına sermaye olarak üretenlerin safında sefalet birikimi.” (Marx, Kapital) Kentin mekânsal olarak heterojenleşen yapısı, kent yoksullarının yaşadığı mahallelerde toplumun giderek emeğinden başkaca satacak bir şeyi olmayan bireyleri biriktirirken, ortak bir sorun ve talep ekseninde, onların mücadelesini engellemeyi de türlü biçimlerde ön görerek önlemler alır.
Semtlerde yaşanan konut-kira sorunu, eğitim, sağlık, ulaşım gibi neredeyse emekçilerin tümü için ulaşılamaz hale getirilmiş en temel ihtiyaçlar, istem ve hedefleri bir taraftan da ortaklaştırmaktadır. Bu noktada yaşam alanlarındaki emeğin mücadelesini, ülkenin emek mücadelesiyle aynı noktaya taşımak, anti-kapitalist bir çizgide birleştirmek gerekmektedir.
Sınıfsal, dinsel-mezhepsel, etnik ayrımın yarattığı tahribat semt içerisinde sürekli bir gerilim potansiyeli de taşımaktadır. Bunun en somut örneklerini hali hazırda metropollerde iki yıl önce gördük. İstanbul Taksim Gezi Parkıyla başlayan Haziran Direnişi’nde, yoksullaşma sürecini yaşayan toplumun farklı kesimlerince yerelde yaygınlaştırılan park forumları, kadın emek platformları kentli yığınları yaşadığı kente sahip çıkma iradesini ortaya çıkarttı.
Egemen zihniyetin kentsel yaşam alanlarında yok saydığı mücadelenin farklı dinamikleri olan LGBTİ, çocuk, kadın, gençlik yine Haziran Direnişi’yle meşruluğunu kazanarak, mücadele alanını daha da genişletmiş bir biçimde kullanmasıyla görünür oldu. Mahallelere kadar inebilmiş merdivenleri gökkuşağı renklerine bezeyen böylesi bir süreç bize şunu gösterdi ki, Haziran Direnişi’yle başlayan ve kitleselleşerek meşruluğunu kazanmış bu başkaldırı aslında kentlere hükmeden mali baronlukların temelden sarsılmasıydı.
İşçi ve emekçilerin kentin görülmezleri değil, aslında kentin gerçek sahipleri olması gerektiğine dair verilen bir mücadeleydi. David Harvey (Coğrafyacı, siyasal iktisatçı, sosyal kuramcı Prof. Dr. David Harvey) bu nokta da kent hakkını “kenti değiştirebilme, kent üzerinde söz sahibi olabilme hakkı” olarak tanımlamaktadır. Özellikle son süreçte neoliberal kapitalizmin kent algısının, emekçilerin yaşamlarını yok sayan, dıştancı hegemonik tutumu, sınıfsal ilişkilerin de kapitalizmin kontrolü altına alınmaya çalışıldığının, bir yerde emekçi ve yoksulların kent hakkının elinden alınmaya çalışıldığının bir göstergesidir.
Kentte yaşayanlar (Niğde’miz de dâhil olmak üzere) yaşadıkları kentin ekonomik, toplumsal, sınıfsal gelişiminin bugünkü nitelik ve düzeyinden bağımsız olarak memnuniyetini genel olarak ifadelendirseler de kentli yaşam hakkı düzeyinin çok altında olduklarını yaşayarak öğrenip bilince çıkartacaklardır. Yazılı tarihin bilinen en eski dönemlerinden günümüze kadim yerleşim bölgesi olan Niğde Andaval Krallığının Başkentliğinden Selçuklu Sancaklığına Osmanlıda Konya Vilayetine bağlı sancaklığından 1908 deki bağımsız sancaklığına ve hidayetinde cumhuriyet dönemindeki müstakil vilayet oluşundan günümüze kenttir. Mekânsal kent oluşumuna tezat kentli yaşamı örememiş olması dün olduğu gibi bu günde yaşamını burada ikame edenlerin yakıcı sorunudur.