Yıl 1950, şiddetli bir kış geride kalmıştı.
Bor'da İlaldı Mahallesi'nde evleri vardı. Her sabah, namazını kıldıktan sonra, yaklaşık saat 05.00'de Paşa Cami'sinin önüne kürek ve kazmasıyla gider, rençbere ihtiyacı olanlar, onu günlük olarak götürürlerdi. Hergün kendisi gibi yaklaşık otuz kadar insan yaz - kış, amele veya usta arayanlar için orada toplanırlardı...
Aynı yerde aralarında küçük küçük çocukların da bulunduğu yoğurt ve süt satıcıları da kaldırımın kenarına dizilerek müşteri beklerlerdi. Fildir fildir, üzerlerinde çeketleri dahi olmayan, sabah soğuğuyla tir tir tireyen küçük çocukların sattıklarından daha çok kendileri dikkatleri çekerdi. 0rada lengeriler üzerinde camız (1) sütünden yapılmış kaymaklar dahi satılırdı.
Elleri ve ayakları nasırlı Mükremin Efendi her şeye rağmen hanımının hazırladığı azığını da yanından eksik etmezdi. Yapacağı işin ağırlığına göre de karşıdaki kişilerle ene-kona pazarlık yapılırdı.
Akşamları eve yorgun - argın gelen Mükremin Efendi gerek eşinin gösterdiği ilgiyle, gerekse çocuklarının cıvıl cıvıl halleriyle adeta yorgunluğunu hiç hissetmezdi. Yemekten sonra limonlu sıcak çaylar içilir, günlük yaşanılan şeylerin eğlendirici tarafları anlatılarak sohbetler iyice derinleştirilirdi. Zaman zaman çay bardaklarıyla aile fertlerine eşit bir şekilde paylaştırılan sıcak leblebi ve fıstık içi kokuları altında çocuklar masasız, sandalyesiz bir evde yerlere serilerek, minderler üzerinde, hepsi aynı oda içerisinde hem derslerine çalışırlar, hem de bu sohbetleri dinlerlerdi. Hele hele misafir geldiği zaman bu yarenliklere(2) doyum olmazdı…
Cavidan Hanım, hamarat biriydi. Kocasının ve çocuklarının iç çamaşırlarından pijamalarına kadar kendisi diker, güzel yemeklerle evlerinde şenlik havası estirirdi. Onun güzel yemeklerinin kokusu etrafa yayılır, evinin temizliği ve el emeği dikişleri dikkatleri çekerdi. Görenler onun rençber karısı olduğuna asla inanamazlardı.
Evlerinin dış kapısı bir at arabası girebilecek kadar büyüktü. İki parçalıydı. Birisi arkasından devamlı bastırakla kapalı tutulur, diğeri kocasının iş aramak için çıkışından itibaren akşama kadar açık tutulurdu. Ancak kapının açılışı gelen gidenle veya kapı üzerinden sarkan çan sesiyle anlaşılırdı.
Mükremin Efendi bir gün iş dönüşü yolda bir enik (3) buldu. Onu kucağına aldı. Seve seve evine getirdi. Açlığını susuzluğunu giderdi. Tüylerini temizledi. Hanımı dahil hepsi bu misafirden oldukça hoşlandılar. Evin ineği ve bir de eşeğinden sonra kedilerine arkadaş olarak, bir de sevimli bir köpeğe sahip olmuşlardı. Artık kapılarının açılmasıyla köpekleri de havlamaya koyuluyordu.
Bu küçük yaratığa "Karabaş" ismini vermişlerdi.
Aradan yıllar geçti. Karabaş kocaman olmuştu. Gelenler gidenler onun heybetinden korkuyorlardı. Adeta evde kuş uçurmuyordu. Bir pazartesi günü Cavidan Hanım köpeklerini yerinde bulamadı. Oldukça meraklanmıştı. Akşam üzeri kocası geldiği sırada gözlerine inanamadı. Karabaş tekrar gelmişti. Kocasına sordu :
- Bey, bizim köpek akşama kadar seninle miydi? Mükremin Efendi :
- Ne oldu da?
- Sen gittin bizim Karabaş gözden kayboldu. Sen geldin buradaydı. Ben bir şey anlayamadım.
Akşam üzeri limonlu yorgunluk çayından sonra, köpeklerini izlemeye karar verdiler. Ertesi günü kocasının ardından Karabaş da dışarı çıkmıştı. Kocası gelmeden yarım saat önce Cavidan Hanım çan sesiyle kapının açıldığını fark etti. Pencereden baktı. Karabaş gelmişti.
Bu aynı şekilde bir ay kadar devam etti. Sonra Mükremin Efendi "işe gider gibi yaparak, dışarda bir yerde gizlenmek suretiyle Karabaş'ın nereye gittiğini öğrenmeyi" eşiyle kararlaştırdı.
Ertesi günü kendisinin ardından Karabaş da dışarı çıkmıştı. Kuyruğunu sallaya sallaya sokaklar arasından gidiyordu. Niğde Caddesi'nden Bor çıkışına kadar onu takip etti. Karabaş yoldan on metre kadar uzakta bulunan kayalıkların altındaki bir açıklıktan içeriye girmişti...
Mükremin Efendi, ertesi günü daha erken çıkarak aynı kayalıkların arkasına saklandı. Karabaş bir devlet memuru edasıyla sahibini farketmeden yine aynı yere girmişti. Kayalıkların arasından gelen bir ses Mükremin Efendi'yi oldukça şaşırtmıştı :
- Oooo... Haceli! Hoş geldin!
Mükremin Efendi kendi kendine :
- Demek ki bizim köpeğin adı Haceli'ymiş de bizim haberimiz yok.
Eve gelir gelmez olup bitenleri olduğu gibi karısına anlattı.
İşe gitmediği aynı gün akşam üzeri Mükremin Efendi, merdiven başında oturarak Karabaş'ı bekledi. Önce kapı önünden sesler duyuldu. Sonra Karabaş burnuyla az açık olan kapıyı iterek içeriye girdi. Çanın çalmasıyla birlikte Cavidan Hanım ve çocukları dış kapıya bakan pencereye doğru koştular.
Mükremin Efendi kayalar arasından söylendiği gibi bir edayla Karabaş'a :
- Oooo... Haceli, hoş geldin! dedi.
Karabaş önce sahibine dik gözlerle baktı.
Sonra açık kapıdan dışarı çıkarak bir daha gelmemek üzere gözden kayboldu.
Ardında tasması ve içindeki yemeğiyle çanağı kaldı.
Bor - 20.04.1979
(1) Camız : Manda
(2) Yarenlik : Sohbet
(3) Enik : Köpek yavrusu
Nerede yer aldı?
ANdız Dergisi Güz/2005 - 3. Sayısı
Selam ve sevgilerimle.
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Concepteur industriel - Architecte d'intérieur
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE
Concepteur industriel - Architecte d'intérieur
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
ILLUSTRATIONS (Resim) : Üzeyir Lokman ÇAYCI