Tülay Hergünlü yazdı.
İki gündür basında bir haber yer alıyor: Hazine ve Maliye Bakanlığı 800 kişinin peşine düşmüş. Haberin içeriği şöyle: “Vergi Denetim Kurulu (VDK), yüksek tutarda harcaması olduğu halde herhangi bir gelir beyan etmeyen veya düşük tutarlı gelir beyanında bulunan kişileri mercek altına alırken, bu incelemelerde ilk etapta tespit edilen 800 kişinin aylık 5 milyon liranın üzerinde harcama yaptığı ancak hiç gelir beyan etmediği görüldü.”
Nasıl yani, dediğinizi duyar gibiyim. Yani Ülkenin %80’i açlık ve yoksulluk ile boğuşurken, 800 kişi her ay normal bir ev parasını çatır çatır yiyormuş öyle mi? Açıklanan kişi sayısı neden böyle yuvarlak tutuldu onu da anlamak mümkün değil. Yani, neden 827 kişi ya da 869 kişi değil de 800 kişi? Hal böyle olunca da insanın aklına şöyle bir soru gelebiliyor: Acaba iktidar yine gündem mi değiştiriyor? Öyle ya, bu iktidarın yirmi iki yıldır en iyi yaptığı iki şey var: Gündem değiştirip muhalefeti ve halkı cambaza baktırmak ya da gerçeklerin tersine bir algı yaratmak...
Neyse, bu haberi görünce aklıma Bülent Ecevit iktidarında çıkartılan “Nereden Buldun Yasası” geldi. Kısaca hatırlayalım.
1998 yılında iktidarda Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Demokrat Türkiye Partisi koalisyonunun oluşturduğu ANASOL-D Hükûmeti vardı. Kara para ve vergi kaçaklığına “dur” demek için Bülent Ecevit ve ekibi harekete geçmiş ve yeni bir yasa çıkarmışlardı: Halk arasında bilinen adıyla; “Nereden Buldun Yasası”… Dönemin Maliye Bakanı Zekeriya Temizel ile birlikte anılacak olan yasaya göre temiz bir sayfa açılacak ve 1 Ocak 1998 tarihi “Mali Milat” olarak kabul edilecekti. Kısaca söz konusu yasa, kazançların kaynağının ve vergisinin ödenip ödenmediğinin sorgulanmasına olanak sağlayacaktı. Maliye Bakanlığı, aşırı şatafatlı bir hayat sürmelerine rağmen düşük vergi ödeyen mükellefleri vergi dairesine çağırıp, harcamaların belgesini önlerine koyarak “Bu değirmenin suyu nereden geliyor?” diye sorabilecekti ancak soramadı...
Zekeriya Temizel; “Bildirilmeyen ve vergisi ödenmeyen bir gelirle tasarruf edildiği tespit edilen mal ve haklar, safi irat olarak kaydedilecek” demişti ancak bu duruma ne iş dünyası ne de vatandaş sıcak bakmıştı. Kimse bu soruyla muhatap olmak istememişti. Yabancı sermaye de ufaktan ufaktan yurt dışına kaçmaya başlamıştı.
1999 yılının Mayıs ayında hükûmet yeniden değişti ve ANASOL-M (57. Türkiye Hükûmeti, V. Ecevit Hükûmeti) iktidara geldi. Nereden Buldun Yasası ortada bir panik havası estirmekteydi. Hükûmet, başa çıkamayacaklarını anlayınca yasayı 2003 yılına erteledi. Sonra ne mi oldu?
3 Kasım 2002’de AKP iktidara geldi. Ekonomik İşler Koordinatörü Ali Babacan, “Mali miladı kaldıracağız. Kimseye ‘nereden buldun’ sorusu olmayacak. Servetin vergisi olmadığına göre kaynağının sorulması da yanlış. Gelişmekte olan bir ülkede sermaye kaçırıcı bir uygulama olur. Mali miladın içindeki ‘nereden buldun’ dan tamamen kurtulmak istiyoruz. İnsanlar bir ev - araba alıyorsa bu parayı nereden kazandın sorusu yanlış,” dedi ve AKP, kendi vergi politikasının ana başlıklarını şöyle sıraladı. Bazılarını alalım:
“130 bin ihtilaflı ve mahkemelik dosyanın tasfiyesine başlanacak. (Bu dosyalar kimlere aitti ayrıca bir araştırma konusu olmalı.) Ceza ve faizler silinecek. Özel pişmanlık yolu ile matrah artışına gidilecek. (Şirketleri kapsıyor) Kayda alınmamış yani kayıt dışı demirbaşa stok affı getirilecek. ... %2 ceza ödeyen dövizini getirebilecek. Yeni yatırımlara vergi kolaylığı getirilecek. Vergi tabanı genişletilecek. (Elbette genişletilmedi.) Enflasyon muhasebesi devreye girecek. (Bildiğiniz gibi günümüzde enflasyon iyice başımıza bela edildi.) Şirketlerin gelirlerindeki fiktif (muvazaalı, gerçekte öyle olmadığı hâlde öyleymiş gibi kabul edilen) artışların vergilendirilmesinden kaçınılacak. Yabancı firmaların döviz bazında koydukları sermayenin TL olarak artışı, devalüasyon ya da enflasyon sonunda oluşan fiktif artışlar vergilendirilmeyecek. Kayıt dışı olan ekonominin kayıt içine alınması ile ilgili de tedbirler uygulamaya konulacak. (Bugün geldiğimiz noktada kayıt dışılık Nirvana’ya ulaştı.) Etkin denetim mekanizması olacak. (Olmadı. Türkiye’de tabir mümkün ise ‘kör tuttuğunu öptü.’)
AKP’nin açıkladığı ilk vergi politikası Şubat 2003’te “Vergi Barışı” olarak yasalaştı. Halk arasında “Vergi Affı” olarak kabul edilen bu yasalarla AKP iktidarı, mükellefler ile 2003-2023 arasında tam on bir kez “barıştı”. Vergi afları piyasalarda alışkanlık haline geldi. Her yıl bir vergi affı beklentisi içine girildi. Vergi kaçıranların, kaçırdıkları yanlarına kâr kaldı; çünkü kimse denetlenmiyordu.
Sonuç: 2003 yılına gelindiğinde “Nereden Buldun Yasası” hem uygulama imkânı olmadığı hem de uygulanması uygun görülmediği gerekçesiyle AKP iktidarı tarafından kaldırıldı.
Bugün geldiğimiz nokta ne? Sosyal medyada açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan insanların gözünün içine soka soka para saçan, saçlarına dolar, burunlarına altın takan, görgüsüzlüğün doruklarında yaşayan çiftler, 40 günlük bebeklere takılan tek taş pırlanta yüzükler, milyonluk Rolex saatler, ıstakozlu Monako gezileri, Ihlamur kasrında ve daha başka lüks mekânlarda düzenlenen aşırı lüks mevlitler, düğünler, kına geceleri... Lüks otellerde düzenlenen şatafatlı karşılama törenleri, aşırı konforlu tesettür tatil mekânları, ultra lüks tesettür defileleri, Kâbe manzaralı rezidans konaklamalı sözde hac ve umre gezileri, AKP’li belediyelerin “belediye hizmet binası” adı altında inşa ettikleri yavru saraylar... Her dönem kendi zenginini yaratır ancak bu yirmi iki yıllık dönemde gerçekleştirilen servet transferi uygulamaları ile dünyanın sayılı dolar milyarderleri yaratıldı. E, Cumhurbaşkanı’nın ihtişamlı yaşantısına ve “itibardan tasarruf olmaz” söylemine bakılacak olursa, takipçileri de şatafattan tasarruf etmeyecek, doğal olarak...
Bu arada Maliye Bakanlığına sormayalım mı, 1 milyon 282 bin liralık Frank Muller saat takıp, ayağına 34 bin liralık Prada marka ayakkabıları geçiren Cumhurbaşkanı danışmanının da peşine düşülecek mi diye? Öyle ya; bir Cumhurbaşkanı danışmanı ne kadar maaş alıyor da bu harcamayı yapabiliyor? Bu danışmanların ve akrabalarının mal varlıkları da araştırılacak mı? Var mı o yürek?
*
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, israfı sevmezdi. Saraylardan ve şatafattan mümkün olduğu kadar uzak dururdu. Halkıyla beraber olmak en büyük mutluluğuydu. Ömrü boyunca hiç saray yaptırmadı. Mütevazı yaşamından asla ödün vermedi. Kendi parasıyla aldığı çiftlikleri -Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) dâhil- içindeki yapıları ile birlikte yine halkına bağışladı. Bugün AOÇ’ta dev bir Cumhurbaşkanlığı sarayı yükseliyor. Bir başka bölümünde de kaderin cilvesine bakın ki Atatürk’ün mücadele ettiği sömürü düzeninin bugünkü temsilcisi ABD’nin elçilik binası var... Ayrıca bugünkü Cumhurbaşkanı, döneminde yaptırdığı yazlık ve kışlık saraylarla birlikte tam on iki sarayı da aktif olarak kullanıyor. Uçaklarının ve makam otomobillerinin sayısı ise bilinmiyor; korumalarının da...
Atatürk, Ankara’da eski bağ evinden bozma, bodrum kat üzerine iki kat çıkılarak inşa edilen Çankaya Köşkü’nde oturuyordu. İstanbul’a geldiği zaman da Dolmabahçe Sarayı’nın en küçük ve mütevazı döşenmiş odalarından birini kullanıyordu. Sordukları zaman şöyle demişti: “Devlet başkanı olarak İstanbul’a geldiğim zaman Dolmabahçe denen soğuk yerde otururum. Ben burada milletimin bir ferdi, bir konuğu olarak bulunmak isterim.”
Milletin bir ferdi bir konuğu olarak ölene kadar mütevazı Çankaya Köşkü’nü ve Dolmabahçe Sarayı’nın bu küçük odasını kullandı. Çankaya Köşkü’nü AKP iktidarı “müze” haline getirdi. Cumhurbaşkanı da bin bilmem kaç odalı sarayına taşındı.
E, şimdi bakıyoruz da Maliye ayda 5 milyonun üzerinde harcama yapan 800 kişinin peşine düşmüş. Hadi canım...