Telefonlar geliyor memleketin değişik yerlerinden feryat ve sitem dolu…
                Emekliliği yaklaşanlardan, çiçeği burnunda olan güvenlik görevlilerinden. 
                Bir doğuda biri güney doğuda iki yiğit özel hareket polisi ile yaptığım görüşmeden bazı bölümlerini paylaşmak istiyorum halin vahametini anlama ve hal çarelerini ortaya koyma adına.
                Abi, dedi gencecik bir yiğit Özel hareket polisi:
                “Şehit olan arkadaşımız çocuğunu görememişti daha. Ona oyuncaklar almış, telefondan yumuk ellerine bakarak bizlere kokusunu dahi bilmediği yavrusunun resimlerini göstermişti. Doğumu zor olmuş yengenin. Ama aslan gibi bir yiğit dünyaya getirmiş. Dört gözle oğlunu görmeyi  hayal ediyordu şehidimiz. Oğlu ile ilgili hayallerini anlatıyor, aldığı minicik kıyafetlerini bizlere göstererek yakışıp yakışmayacağı ile ilgili fikrimizi alıyordu. Biz de bazı hediyeler hazırlamıştık şehidimizin ilk evladına.”
Sonra titredi telefondaki ses. Boğuk çıkmaya başladı.
“Ama”, dedi.” Ne oyuncakları, ne kıyafetleri götürebildi. Ne de bağrına basabildi yavrusunu. Gündüz gözü aldığı abdesti ile karakolun bahçesinde kurşunlandı kahpeler tarafından. Yanına vardığımda ağzından kan geliyordu. Şehadet  şerbetini içmişti.
Halkın içine karışan PKK’lı teröristler topluca polislere hücum ediyor ve ölen Pkklıları almak istiyorlardı.”
Ve ardından devam etti:
“Şimdi size soruyorum, her an her yerden her türlü kalleşliğin sergilendiği bu coğrafyadan terörün yok edilmesi için işi ehline vermek gerekmez mi?”
Hem yiğidimin derdine dermen olmaya hem de bu meselelerin çözümünün önce güvenlik politikalarına ardından da ciddi bir proje dahilinde sosyal, ekonomik, psikolojik onarıma ihtiyaç olduğunu anlattık.
Bunun da bölücülüğü ortadan kaldıracak cahillik ve yoksullukla kararlılıkla mücadele edecek bir iradenin söz sahibi olması ile gerçekleşebileceğini konuştuk.
Son sözü yüreğime kanlı gözyaşları akıttı:
“Abi,  merak etmeyin. Biz sizlerin huzuru ve güvenliği için buradayız.”
Ardından yıllarca bölgede görev yapmış ve yine oralarda vazife yapan bir kardeşimle görüştük.
Yolların artık hiçbir güvenlik emaresi taşımadığını, şehir merkezlerinde teröristlerin halkı baskı altına aldığını, kimlik kontrollerinin sıradan uygulamalara dönüştüğünü ve kimin terörist kimin vatandaş olduğunun tamamen karıştığını uzun uzun anlattı. Ve bazı anekdotlar verdi. Yaşananların yıllardır izlenen yanlış politikalardan  kaynaklandığını ifade ettikten sonra hala da yanlıştan dönme adına ciddi adımlar atılmadığından bahsetti.
Aslında yıllarını o bölgede geçirmiş; gerek STK, gerek askerlik gerekse mesleki olarak vazifeler yapmış biri olarak anlatılanlar ve yaptığımız araştırmalarda karşımıza çıkanlar, çözülme ve ayrıştırma sürecinin ürünü olduğunu gösteriyordu
Meselenin çözümü bellidir. Ülkede irade sahibi olması gereken yapı, şu anlayışı hayata geçirmelidir:
“Büyük yarının kutlu ufuklarına doğru; sevgi, birlik, beraberlik, kardeşlik duyguları ve şuuru içinde; Doğulusu, Batılısı-Kuzeylisi, Güneylisi, topyekün  tek bir kalp, tek bir   yumruk ve Türk Milleti olarak her türlü emperyalizme, her türlü bölücülüğe, baskıcılığa, zorbalığa, haksızlığa, zulme, işkencelere; her türlü yabancı ideolojilere karşı; el ele, omuz omuza, kafa kafaya, gönül gönüle, sırt sırta vererek, taşıdığımız yüce düşüncenin şanlı bayrağını kaldıralım yükseklere…
Daha yükseklere…
En yükseklere…”
 
Evet! Bu iradeyi ortaya koyacak olanlar bellidir.
 
Siyasi ikballeri yerine ülke ikballerini her şeyin önüne koyanlar, artık ülkücü olan ve ülkücü kalan bir kadro hareketi  ile iktidar olmalıdırlar.