EDEPLİ OLMAK SABRA ULAŞTIRIR.
Allah’ın insanlar içinden tayin ettiği resul’ü, insanların Allah’a göre canlı olarak kabul edilmesi, bu Allah’ın resulü ile ilişkisine bağlıdır. Ancak, ‘‘Allah ve resulü hayat verecek şeylere davet ettiği zaman davete icabet edin’’ Allah’ın emir itaat ile olur.
ENFÂL-24: Yâ eyyuhâllezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl’ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O’na haşrolunacağınızı bilin! (Hepinizin ruhu Allah’ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.)
Bu davete icabet eden kişilerin,resulün ne dediği açıklıyorlar “Rabbiniz’e âmenû olun”
ÂLİ İMRÂN-193: Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri). Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz’e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk)Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.
Amenu olmak demek o kişi için iman sahibi olmak denirsede, daha açıklayıcı olarak amenu olanın Allah ile ilişkisini de bilmek gerekiyor.
HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn (techelûne).Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
Allah’a mülaki olmaları, Allah’a kavuşmaları anlamına gelir ki bu da; ancak insana doğarken Allah’ın üflediği ruhun, Allah’a ulaşması ile olur. Yaşıyorken cüzi iradeniz ile davete icabet ederseniz iman etmiş ve amenu olmuş, aynı zamanda Allah’a mülaki olursunuz. Yok öldükten sonra ruhunuz ulaşacaksa, bu mülaki olmak (ulaşmak) değil döndürülmektir.
SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
O zaman bu imana davet; amenu olmak ve Allah’a mülaki olmaktır. Tabi, daha açık olarak hidayettir (Allah’a ölmeden ruhun ulaşmasıdır). Onun için Rabbimiz ‘‘kul innel hudâ hudallâhi Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (Ali İmran 73) kul inne hudâllâhi huvel hudâ Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Bakara 120)’’ olarak iki ayettede hidayetin Allah ulaşmak olduğunu bahsetmiş.
YÛNUS-9: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab’leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
Bu amenu olanlar, imanlarından dolayı Allah tarafından hidayete erdiriliyor; bu gün yaşanan tatbiki islam dininde imanın hidayete erdirmesinden bahsedilmez, çünkü böyle bir ilim yoktur. Bunun için kendilerini iyi bir müslüman adledenler kendilerinin sahabe gibi olamadıklarından yakınırlar veya mümkün olamayacağını söylerler. Aslında veli resulün davet ettiği iman’a icabet edenler, sahbe gibi olurlar. Çünkü sahabenin imanı onları sahabe yapmış ve hidayete erdirmiştir.
BAKARA-137: Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humullâh(humullâhu), ve huves semîul alîm (alîmu). Bundan sonra eğer onlar da, sizin O’na (Allah’a) îmân ettiğiniz gibi îmân etselerdi o takdirde hidayete ermiş olurlardı. Ve eğer dönerlerse (yüz çevirirlerse), böylece o taktirde onlar, sadece bir ayrılık içinde olurlar (Allah’ın yolundan ayrılmış olurlar). Allah, (onlara karşı) sana kâfi gelecektir. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.
Eğer tahkiki iman denilen gerçek imanı yaşamış olsalar, yaşantıları çevrelerindeki kişilerin gıbte ettirdiği için, örnek alınan kişiler olurlar. Bu onların nefslerinin ıslahı ile tevazudan kaynaklanan bir davranıştır.
MUMTEHİNE-6: Lekad kâne lekum fîhim usvetun hasenetun li men kâne yercûllâhe vel yevmel âhire ve men yetevelle fe innallâhe huvel ganiyyul hamîd(hamîdu). Andolsun ki, sizin için onlarda Allah'ı (Allah'ın Zat'ına ulaşmayı) ve ahiret gününü dilemiş olan kimselere güzel örnek vardır. Ve kim dönerse, o taktirde muhakkak ki Allah, O; Ganî'dir, Hamîd'dir (hamdedilendir).
Tabi kendini müslüman edleden kişilerin bir çoğu, kendilerini resulden de önde görerek kibir abidesi olur ve olmuşlardır. Artı sevgilerini paylaşıyorlar mı yoksa haset mi dolular o, o kişileri ilgilendirir. Hani üçbuçuk ilimleri ile kendilerini kafdağında görürler.
HUCURÂT-1: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tukaddimû beyne yedeyillâhi ve resûlihî vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe semîun alîm(alîmun).Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün önüne geçmeyin. Ve Allah’a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Gerçek iman sahipleri; Allah’ı zikreden ve Allah resulünü dinleyen kimselerdi. Allah resulünün söylediğini söylerler, söylemediği şeyleri söylemezler ve kendilerini mürşitmiş gibi göstermezler (Kibirleri yoktur).
ENFÂL-2: İnnemâl mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).Gerçek mü’minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer(cezbelenir). Ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab’lerine tevekkül ederler.
Bu kişiler, insanlara Allah’ın ilmini anlatırlarken kimseden korkmazlar ve kaçmazlar. Allah’ın çok yardımını aldıkları ve veli resulden öğrendikleri ilmi anlattıkları için bir problem yaşamazlar, çünkü Allah’a tevekkülleri üst seviyededir.
YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne). Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
İşte bu gerçek iman sahipleri çok zikrettikleri için kendilerini imana davet eden veli resulden kendilerinin öğrenmesi gereken çok örnek olduğunu bilirler.
AHZÂB-21: Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren). Andolsun ki, sizin için ve Allah'a ve ahiret gününe (Allah'a ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen ve Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resûl'ünde güzel bir örnek vardır.
Bu veli resul onları rabbine davet ediyordur. Bu dönemin veli resulü olarak incelersek tüm dinlerin hanif dini olduğunu, Allah’ın şeriat kitapları ile ispatlamış ve hanif (islam) dinini anlatmaktadır.
HACC-67: Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin).Ve Biz, bütün ümmetler için mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar, onunla (o şeriatle) amel ederler (etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka mustakîm (Allah’a doğru istikametlenmiş) olan hidayet üzeresin.
Şeriatı ancak bu resulün lisanı ile anlayacaklar ve yaşayacaklardır. Bu neden ile veli resulün dışında anlatılan şeyleri edepleri gereği dinlerler fakat kendilerine hayat verecek olan veli resulle itibar ederler.
MERYEM-97: Fe innemâ yessernâhu bi lisânike li tubeşşire bihil muttekîne ve tunzire bihî kavmen luddâ(ludden).
Böylece Biz, O’nu (Kur’ân-ı Kerim’i) senin lisanınla kolaylaştırdık. O’nunla, takva sahiplerini müjdelemen ve inatçı kavmi uyarman için.
Böylece Biz, O’nu (Kur’ân-ı Kerim’i) senin lisanınla kolaylaştırdık. O’nunla, takva sahiplerini müjdelemen ve inatçı kavmi uyarman için.
Resule itaatleri kesindir; çünkü veli resulün öğretileri ile şeriatı anlayıp yaşayacaklardır. Yoksa dalalete düşeceklerini bilirler.
AHZÂB-36: Ve mâ kâne li mu’minin ve lâ mu’minetin izâ kadallâhu ve resûluhu emren en yekûne lehumul hıyeretu min emrihim, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe kad dalle dalâlen mubînâ(mubînen).Ve mü’min erkek ve mü’min kadının, Allah ve O’nun Resûl’ü, onlar için bir işin olmasına hükmettiği (karar verdiği) zaman, kendi işlerinde seçim hakkı olamaz. Ve kim, Allah ve O’nun Resûl’üne asi olursa (itaat etmezse), o taktirde apaçık bir dalâlet ile sapmış olur.
Ve bu neden ile bu veli resule itaat eden kişileri, Allah muhabbet duyulan kişiler kılmıştır.
MERYEM-96: İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti se yec’alu lehumur rahmânu vuddâ(vudden). Muhakkak ki âmenû olanları ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanları, Rahmân, muhabbet duyulanlar (sevilenler) kılacak.
Bu ehli tarik kişiler veli resulün ilmi ile edebi öğrenmişler ve tevazuları artmış kibirleri azalmış kişilerdir. Aralarına yeni katılan iman etmiş kardeşlerini severler.
HAŞR–9: Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsah(hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).Ve onlardan önce (Medine'yi) yurt edinmiş olup kalplerinde îmân yerleşmiş olanlar, kendilerine hicret eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden (dağıtılan ganimetlerden) dolayı, kendileri onlara muhtaç olsa bile, gönüllerinde bir hacet (kaygı, haset) bulunmaz. Ve onları kendi nefslerine tercih ederler (üstün tutarlar). Ve kim nefsini cimrilikten korursa, o taktirde işte onlar, onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir.
Aralarında, haset sahibi olan kibirlerinden arınamamış, veli resulden edebi öğrenememişler olabilir. Onları da severler, çünkü bu kişilerin münkerlerinden, kendilerine çok derecat vardır.
ÂLİ İMRÂN–119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik" dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün."Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
İşte sabukunel ahirin olarak vasıflandıran bu kişilerin özelliklerini Allah ayetinde aşağıdaki şekilde anlatıyor.
MÂİDE–54: Yâ eyyuhellezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim(lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâ(yeşâu) vallâhu vâsiun alîm(alîmun). Ey âmenû olanlar (Allâh’a ulaşmayı dileyenler)! Sizden kim dîninden dönerse, o zaman Allah onun yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allah) onları sever ve onlar da O’nu (Allah’ı) severler. Mü’minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler (başları dik, vakarlı, şereflidirler). Allah’ın yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip) verir. Allah Vâsi’dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm’dir (herşeyi en iyi bilendir).
Veli resul ile yürüyenler resulden aldıkları terbiye ile hareket ederler. Onların amelleri diğerlerin amalleri ile farklıdır.
FURKÂN-63: Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul câhilûne kâlû selâmâ(selâmen). Ve Rahmân’ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara cahiller hitap ettiği (lâf attığı) zaman “selâm” derler.
Onlar resulün anlatımlarının dışında birşey yapmadıkları için cahillerin kınamalarıyla karşılaşırlar
TÂHÂ-135: Kul kullun muterebbisun fe terabbesû, fe se ta’lemûne men ashâbus sırâtıs seviyyi ve menihtedâ.De ki: “Herkes beklemekte, öyleyse siz de bekleyin! Artık kim Sıratı Seviyye (Sıratı Mustakîm) ehlidir (üzerindedir) ve kim hidayete ermiştir, yakında bileceksiniz.”
Allah boşuna sabrı tavsiye etmemiş. Hani atalarımızın bir sözü vardır
“SABIRLA GORUK HELVA OLURMUŞ”