Güzel bir özlü sözdür. “Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir”. Toplumcu mücadelenin gereğine duyulan bilimsel inanç ve bu tarihsel mücadelenin başarısını sağlayacak iradenin aklından hiçbir zaman yukarıdaki özlü çıkartmaması gerekir. Sözün, bir anlam ifade ede bilmesi için sınıf sendikal kadroların her ne şart altında olursa olsun emekçi sınıf içerisindeki çalışmalarına ara vermemesi gereklidir.
 
        Bir sendikal yapının, emekçi sınıfıyla et ve tırnak gibi bir olan örgütlülüğü yaratması zorunluluktur. Bu zorunluluğu hayata geçirme yolu ise, emekçi sınıf çalışmasında ısrar ve sürekliliğin sağlanmasıyla mümkündür. Sınıf içerisinde maddi bir güç olmayı başaramayan bir sendikal örgüt, “yemyeşil bir ormanda kuru bir ağaca benzer.” Bu kuru ağaç ne zaman ki sınıf içerisinde maddi bir güç olmayı başarı. İşte o zaman yeşerir, çiçek açıp meyve verir.     Ve fakat bu ağacın yeşerip meyve verebilmesi için sürekli sulanması gerektiği unutulmamalıdır.

        Sendikal örgütlenme çalışmasında sürekliliğin ve ısrarın önemi, yıllardır üzerinde durduğumuz temel sorunların başında gelmektedir. Kamu Emekçileri sendikacılığında kazanılmış mevzilerin tümü bu ısrarlı çalışma sonucunda kazanılmış mevzilerdi. Bu gün saldırıya maruz kalan kazanılmış hakları korumanın biricik yolu yine yeniden inat ve ısrarla emekçi kitleler içerisinde örgütlenmekten geçmektedir. Siyasal ve ekonomik saldırılara karşı bu mevzilerden ses verip barikat olabilmek, savunmadan çıkıp yeni kazanımlar elde etmek ve ülke gündemine damga vurabilmek hangi sınıf sendikal kadronun düşü değildir ki.
 
        Fakat, emekçi kitleler içerisinde çalışma zordur; o en başta sabır, ısrar ve süreklilik ister. Damlanın taşı delmesi, dalgaların koskoca kayaları parçalaması gibi sürekliliği sağlanmalıdır sendikal örgütlenme çalışmasının. Bu ise, çürümüş, her tarafından pis kokular yayan ücretli kölelik düzeninin ancak emekçi sınıf tarafından alt edilebileceğine bilimsel olarak inanıp kavranmasından geçer. Bu gerçeği tüm bilimselliği ile kavramamış bir sendikal aktivist “sendika üye sayısını artıracağım” dese de, en ufak bir krizde sınıf bilinci tam olmadığı için yalpalayıp, daha geriden kendini ve ait olduğu örgütlülüğü yapılandıracak hatta sınıf mücadelesine engel teşkil edecektir.
 
       Sınıf sendikal kadrolar ise gemisini tüm boran ve fırtınalara rağmen yüzdürmesini bilen tecrübeli “uzun yol kaptanları” gibi emekçi sınıfı a yönelik tüm saldırı ve kriz anlarında sınıfın çıkarları “rota”sında hareket etmesini bilirler. Toplumcu mücadele tarihi “iniş, çıkışlarla hatta durağanlıklarla dolu olduğunu bilerek ama ücretli kölelik düzenini tarihin çöplüğüne gömecek olan mücadelenin de bu mücadele olduğunun ayrıtına vararak çalışmalarımıza devam etmeliyiz.
 
       Tam da bu yüzden emekçi sınıfın sınıf sendikal kadroları olarak gemimizin rotasını hep okyanusların derin sularına çevireceğiz, hiçbir fırtına bizi okyanuslardan geri çeviremeyecek ve emekçi sınıf çalışmasının tüm akıl almaz zorluklarına göğüs gererek ısrarla okyanuslarda kalma iradesini göstermeliyiz
 
      Öte yandan, sınıf içinde çalışmada ısrar/sürekliliğin sağlanması sorunu “sendikal aktivistlerin” sınıfın değiştirme-dönüştürme rolünün ideolojik kavrayışındaki zayıflığına bağlamak tek başına bir anlam ifade etmez. Bu konuda belli bir kavrayış eksikliği bile parçası oldukları sendikal örgütlülüğün merkezi zayıflıklarıyla (sendikal aktivistlerle merkezi politikalar arasında içerden ve kalıcı bir bütünleşmenin kurulması sorunu) birlikte ele alınmalıdır. Sendikal üst yapı yönetimlerinin aktivistlerle ilişkisi de asıl olarak emekçi sınıf idealinin bilimsel bir kavrayış üzerinden ve ancak sindirilmiş bir yaşam felsefesi haline getirilerek kurulmasından geçeceği bilinmelidir. Bu idealle böylesi bir ilişki kuran -yani geleceği bugünde yaşayan- bir sınıf sendikal kadro onu toplumsal bir gerçeğe dönüştürmek için hangi halkayı sıkıca kavraması gerektiğini de sendikal örgütlülüğüne bulur ve ona sımsıkı sarılır.

      İnsanın boyunu aşan suya girmedikçe yüzmeyi öğrenemeyeceği gerçeği gibi, sınıf çalışmasında “ustalaşmanın” da en temel kıstaslarından belki de birincisi, emekçi sınıf içerisinde ısrar ve sürekliliği sağlanan bir çalışma içerisinde olmaktır. Hatalar yapılır, başarısızlıklar olur, moraller bozulur, zorluklar çekilir, ama sınıf çalışmasında ısrar ve süreklilik sağlandığında başarısızlıklar azalmaya, zorluklar alt edilmeye başlanır.
 
     “Çıraklık” evresi kendisini “kalfalaşmaya” kalfalaşma evresi de, “ustalaşmaya” devreder. Bu bağlamda, emekçi sınıf çalışmasında ısrar ve sürekliliğin sağlanabilmesi, bizlere hayalini kurduğumuz eşitlik, kardeşlik ve özgürlük ülküsüne yaklaştıran bir adım olarak görülmeli ve böyle yorumlanmalıdır.
 
      Unutulmamalıdır ki gecenin en zifiri karanlık anı sabahın ilk ışıklarına en yakın anıdır.