8 hapishanede 647 tutuklu ve hükümlü, bedenini açlığa yatırmış. Bir kısmı “Ölüm Orucu”na çevirmiş eylemlerini. Sayı her geçen gün artıyor.
12 Eylül 2012 de başlayanlar 50’li günleri devirdi, “kritik” günlerdeyiz. Artık her an hapishanelerden ölüm haberleri gelebilir. Sadece su, tuz ve şekerle beslenme şimdiden iç organlarında geri dönülmez sakatlıklara, arızalara, çürümelere yol açtığını daha önceki açlık grevlerinden yakından biliyoruz.
Açlık grevinde olan tutuklu ve hükümlülerin avukatları ve aile bireyleri tarafından basın aracılığıyla kamuoyuyla paylaştıkları bilgilerden bedenini açlık grevine yatıranların kiminde kusma, bulantı, ishal, iç organlarda kanamalar, aşırı halsizlik, algılama güçlüğü vb. baş gösterdiğini, bazılarının vücudunun ise artık sıvı kabul etmediği, hatta kan kusmaya başladıklarını öğreniyoruz.
Siyasal iktidarın ve devletin tepe yöneticilerin koro halinde “iyi şeyler olacak” söylemi üzerinden daha 3 yıl bile geçmemişken 10 bin e yakın insanın tutuklanması, anadilde eğitim hakkının tanınmaması, insanların mahkemelerde anadillerinde savunma yapmalarının kabul edilmemesi, İmralı’ya 16 aydan beri; “koster bozuk”, “hava muhalefeti” gibi uyduruk gerekçelerle Öcalan’ın ağır tecrit koşullarında tutulması vb. nedenlerden dolayı 8 hapishanede 647 tutuklu ve hükümlü bedenlerini ortaya koyarak taleplerini “çığlıklaştırmak” yönünde irade göstermişlerdir.
Siyasal iktidar bundan önceki siyasal iktidarlar gibi, emekçilerin ve ezilenlerin talepleriyle ilgili her konuda olduğu üzere bu konuda da ikiyüzlü davranmaya,”yiyiyorlar” demeçleriyle küçümsemeye, yok saymaya, görmezden gelmeye devam ederken bir yanda da Adalet Bakanı Sincan Cezaevi'nde bayram arifesinde tutsaklarla görüşüp “mavi boncuk” dağıta biliyor.
Diğer bir yandan ise önce Hükümet Sözcüsü, sonra da bizzat Başbakan; Dünya Hekimler Birliği’nin uluslararası bildirgelerini hiçe sayarak “müdahale” tehditleri savura biliyor. Ülkemiz duyarlı kamuoyunun çok yakından bildiği gibi '96 ölüm oruçlarında”, “19 Aralık Hayata Dönüş” operasyonunda zorla müdahalenin ne anlama geldiği hala belleklerimizde tap taze durmakta.
Gün Açlığı Bitirmek İnsanlığı Başlatmak için avaz, avaz haykırma günüdür. Evet, siyaseten açlık grevlerini yok sayabilirsiniz. Evet, “açlıktan insan ölmez” duyarsızlığında yaşaya bilirsiniz. Ancak unutmayın gayet açık belirtiyorum “Yok saydığınızla burun buruna gelmenize mek parmak kaldı.” Talepleri dinlemeyerek, dillendirenleri coplayarak ve gazlayarak sınır tanımaz bir kibir ile karşı koymayla bir şeşler elde edeceğinizi sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Bu türden faşizan yöntemleri marifet sayıyorsunuz aldanıyorsunuz.
Bilesiniz insan ölümleri yöneticilerin kibri okşayan bir sevince dönüşmeye başladı mı faşizm iktidara yerleşmiş demektir. İşte tamda şimdi inandığımız insana dair her ne değer var ise, yaşama hakkı adına orada durma zamanıdır. Sorumsuz sorumluları göreve davet için avaz, avaz haykırma zamanıdır.
Sözün özü, özeti bir tarafta sermaye birikiminde yeni bir atılım yapma ihtiyacıyla, tüm toplumu tek tipleştirmeye çalışan bir siyasal iktidar, diğer yanda bu dayatmaya karşı mücadele edenler. Saflarımız netleştikçe mücadele biçimleri de keskinleşme yönünde eviriliyor.
Şimdi var olan kapitalist barbarlığa ve elbette ki oluşturulmak istenen faşist yönetime karşı emekçiler ve ezilenler içerisinde kardeşlik bilincini geliştirip büyüterek açlık grevine bedenlerini yatırma iradesini gösterenlerin taleplerini alan alan, sokak sokak dillendirip anlatma zamanıdır. Durmanın,bir şey yapmamanın ölümlere çanak tutacağı gerçekliği gayet net bir biçimde kavranmalıdır.
Göksel Rıza ÖZKAN
Eğitim Emekçisi