Bu durum Türk milliyetçisi olduğunu söyleyen kişilerin ve kurumların daha titiz, daha bütünleştirici ve daha stratejik tutumlar sergilemesini gerekli kılmaktadır.
Milletin derdini bilmek, o dert ile dertlenmek, varlığını var olduğu milletine adamak, Türk milliyetçiliği kültürünün toplumsal hafızadaki karşılığıdır. Bu karşılık, karşılıksız ama kararlı, beklentisiz ama istikametli bir mücadeleyi gerekli kılar.
Tarihte de hep öyle olmuştur.
Mesela “Kürşad” der, Atsız:
“Kürşad ne büyük ülkeler almış, ne yüksek kanunlar koymuş, ne de yoksul milleti zengin etmiştir. Fakat bununla beraber o cihan tarihinin, hiç şüphesiz birinci kahramanıdır. Tarihin herhangi bir yaprağına sıkışmış birkaç satırlık malûmattan Kür Şad’ın büyük rolünü çıkarabilmek güçtür. Bunun için, büyük şöhretlilerin yanında bazen ünsüzlerin de pek büyük fedakârlıklar yapabileceğini düşünmek lazımdır.”
Ve ardından milletin için kendini feda etmeyi Kürşad’ın şahsında şöyle ifade eder:
“Tarih, adını bile bilmediğimiz birçok kahramanlar yetiştirmiş olabilir. Irak cephesinde, tek başına bir İngiliz süvari alayıyla çarpışmak cesaretini gönlünde bulan topal bir Türk piyade neferi gibi bir millete şan verecek erler bulunur. Fakat zaman ve mekân şartlarını da nazarı dikkate alınca bunlardan hiçbirinin Kürşad’a yetişemeyeceği teslim olunur. Arkasını kendi ordusuna veya ülkesine dayayınca, birkaç misli düşmanla çarpışmak, herkes için olmasa bile, yapılabilecek bir kahramanlıktır. Kendi menfaatini millî menfaatle birleştirerek mevki ve şeref için kabadayılık edecek insanlar da çoktur. Fakat ne mevki ne de şerefi düşünmeden, sırf millet için ve kendi kanı pahasına başkasını tahta çıkarmak üzere çekilen kılıcın sahibine saygı ile baş eğmek lâzımdır.”[1]
Evet.
Tarihin sayfaları meçhul kahramanlarla ebedîleşmiş; nice ülkü devlerinin adı mezar taşına nakşedilirken veya mezar taşı bile dikilememişken, onları meçhuller kollarına almış, sonsuzluğa nakşetmiştir.
Çünkü insanlığın kaderine tesir eden gerçek kahramanlar, milliyetçileri; kasvetli bulutlarla kaplı ufuklarda birer güneş gibi doğmuşlardır.
İşte bu zor günler, yeniden o adsız sansız Türk milliyetçileri sayesinde bir kez daha diriliş muştusunu sunacaktır.
Ama biline ki milliyetçilerin milletinin kaderi ile hemhal ettikleri ülküleri hakim olmazsa; “hicran içindeki gönlümüzün en son durağı hüsran olur” endişesi göz ardı edilmemelidir.
Onun için olsa gerek ki Alparslan Türkeş, 1985 yılında cezaevinden çıktığında “Nerede kalmıştık?” anlayışı ile yeniden yola revan olurken çektiği çileleri, gördüğü işkenceleri unutacaktı.
Evet, kaderini milletin kaderine bağlamış, milletinin mutluğunu kendi mutluluğu olarak görmüş bir hareketin liderinden başka bir yaklaşım beklenemezdi.
Nitekim o zor dönemlerde 12 Eylül’ün silindiri altında tar-umar olmuş bir hareketin mensupları ümitsizlik girdabında kıvranıp tam da havlu atacakken o ses yine devreye girecek ve “Kafamı bozmayın liselilerle yeniden başlarım.” diyecekti.
Ömrü sürgünlerle, hapislerle, işkencelerle, kadir bilmezlerin ihanetleri ile geçen ve her defasında da aynı iman ile koşan bir Başbuğ; emaneti, Türk Milletinin vefa sahibi evlatları ülkücülere bırakarak ve bağımsızlık ateşini yakarak at üstünde ölen yiğit gibi; Afşinlerin, Yamtarların, Alparslanların, Kürşatların uçmağına gidecekti.
Ve bugün…
Varlığını milletine adamış bir hareketin mensupları özellikle de yine Başbuğ’un ifadesi ile “Ülkücü Aydınlar Kadrosu kalkınmanın temel harcı olacaktır.”[2] anlayışı mukabilinde milliyetçi münevverler, ülkülerin bugünü ve yarını adına fitneye kapıları kapatarak çözüm dolu somut yaklaşımlar ortaya koymaktadır/koymalıdır.
Özellikle, her tür siyasal beklenti ve kaygıdan uzak durarak, Türk Milliyetçiliği fikrinin, Milli Ülkülerin yeni nesle aktarımı vazgeçilmez bir öncelik olmalıdır.
Bu husus hep diri tutulmalıdır. Yine Hüseyin Nihal Atsız’ın “Türkçülük ülküsü, bizden amansız bir vazife ahlakı istiyor.”[3] dediği gibi, bu vazife arınmış bir gönül ve inanmış yüreklerle yapılmalıdır.
Atsız bu düşüncesinin gerekçesini şöyle izah eder:
“Türkçü, milletine bir hizmet yaparken bunu beğenilmek için değil, bunu vazife bildiği için yapar ve yapacağı en büyük hizmetin bile, adı sanı bilinmeden ölüp mezarsız yatan şehitlerin hizmeti yanında pek küçük kalacağını bilir.”[4] Bu milli ülkülerin beklentisizliğini ortaya koyan bir anlayıştır.
İşte bu sebepten dolayı Türk milliyetçileri, devletin bekası ve milletin ikbali doğrultusunda hareket ederler.
[1]Nihal ATSIZ, Kopuz Dergisi, 1939, Sayfa: 3
[2] Turhan Metin, Başbuğ Türkeş, syf, 192, Kripto Basım, Yayım, Dağıtım Ltd. Şti.,Haziran 2014, Ankara
[3] Atsız, Makaleler ııı, syf13, Baysan 1992, istanbul (Orkun, 15 Haziran 1963, 2. Yıl, 17. Sayı, Ötüken, sayı, 1, 1964)
[4] Atsız, Makaleler ııı, syf,22, Baysan 1992, istanbul (Orkun,20 Ekim 1950,3. sayı)