Batı’da yaşayanlar pek bilmez ama, bazı bölgelerde TeCe demezseniz başınız derde bile gidebilir.
Ancak şimdi öyle bir olay yaşadık ki, PKK ne yapsa Türkiye Cumhuriyeti’ni bu kadar aşağılayamazdı.
Şimdi “nedamet getirmiş” olsa bile, eli kanlı bir terör örgütü lideri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ordusu’nun terörist olarak nitelendiren eski başkanına karşı “tanıklık” yapıyor.
Sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil, dünyanın tüm ülkeleri tarafından “terörist” olarak kabul edilen bir örgütünün eski liderlerinden birinin, Türk Ordusu’na karşı tanıklığına başvurulması tarihe geçecek bir skandaldır.
Şemdin Sakık uzun yıllar önce örgütün asıl lideri Abdullah Öcalan’ın teslimine benzer biçimde ele geçirilmişti.
Ergenekon Davası savcıları Şemdin Sakık’ı “gizli tanık” olarak ileri sürdüler.
Şemdin Sakık, muhtemelen PKK propagandasına yararı olur düşüncesiyle “ben kendi kimliğimle çıkmak istiyorum” dedi.
Şemdin Sakık “iddia tanığı” olarak çağırılmıştır.
Yani demokratik devlet sistemin üç erkinden biri olan yargı, kendi askeri hakkında hazırladığı iddianameyi güçlendirmek ve mahkumiyet kararlarına haklılık kazandırabilmek için, o ordunun mücadele ettiği terör örgütünden medet umar hâle gelmiştir.
Hiç kimse “tanığın kim olduğuna değil söylediklerine bak” diyemez. Çünkü o terör lideri, konunun mağduru ya da tanığı değil tarafıdır.
Nitekim bu tanık ortaya belge ve bilgi koymak yerine, kendi görüş ve fikirleriyle kimi olayları değerlendirmekte, kendi tahminlerinden yola çıkarak örneğin bir tuğgeneralin öldürülmesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin parmağı olduğunu söylemektedir.
Yine aynı tanık Abdullah Öcalan’la görüşen kimi gazetecileri, sırf kendisi görüşmeye alınmadığı için “Onlar herhalde sadece gazetecilik için gelmemişlerdi” diye suçlayabilmektedir.
Ergenekon Davası bu tanıklıkla hukuken de ahlâken de vicdanen de artık çökmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir terörist liderin tanıklığı ile bugüne kadar yapılan en büyük aşağılama ile karşı karşıya bırakılmıştır.
Olayın skandal unsurlarından biri de Şemdin Sakık’ın “gizli tanık” olarak dinlenmek istenmesidir.
İddia makamı, kimliğini gizli tutmak isteyerek Sakık’ın Türk subaylarını aşağılayan, onları suçlu gösteren ifadelerini kayda geçirmek istemiştir.
Sakık PKK propagandası yapmak için, muhtemelen izin de almadan kimliğini kendi açıklayarak oyunun bir bölümünü bozmuştur.
Ama eğer bunu yapmamış olsaydı, tıpkı diğer gizli sanıklarda olduğu gibi açıklamalarıyla herkesi dehşete düşüren bilgiler vermiş kabul edilecekti.
Şimdi çok önemli bir soruyla daha karşı karşıyayız.
Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalarda “gizli tanık” olarak dinlenen tanıklar arasında başka PKK teröristi var mıydı?
Ve aklıma bir de şu geliyor; “Madem Şemdin Sakık tanık oldu o halde İlker Başbuğ da pişmanlık yasasından yararlansın.”
Korkutan otopark
İspark konusunu yazınca, pek çok okurun bu konuda şikâyet, öneri ve uyarıları olduğunu fark ettim gelen mesajlardan.
İspark’ın 137 yeni park için ihaleye hazırlandığını yazınca kimi okurlardan “Bunlar iyi de mevcut otoparklara da bakmak gerek” diye uyardılar.
Benim de ne zamandır yazmayı düşündüğüm Tepebaşı’ndaki yeraltı otoparkı ile ilgili çok şikâyet aldım.
Beyoğlu bölgesinin en büyük otoparkı tam Tepebaşı’nda TRT binasının önündeki büyük alanda kurulu çok katlı yeraltı otoparkıdır.
Şu anda bir özel şirket tarafından yönetilen bu otopark “korku filmlerini” andıran bir görünüme sahip.
Giriş çıkışları çok dar ve dönemeçli, içerisi çok karanlık, yer ve park çizgileri yok, duvarları acemi biri tarafından sıvanmış gibi kaba betondan.
Görevlileri de ürkütücü. “Öcü” gibi deseniz yanılmazsınız.
Özellikle kadınların, ama kendi hâlinde pek çok erkeğin bile arabasını park ettikten sonra çıkış noktalarını bulamadıklarını, karanlık dehlizde gezer gibi yürüdüklerini garip bir korkuya kapıldıklarını gözlemledim, çünkü aynı hisse ben de kapıldım.
Herhalde otoparkların yönetmelikleri, uymak zorunda oldukları kurallar vardır. Aydınlatma, yol işaretler ve çizgileri, yaya çıkışları, güvenli manevra alanları belli kurallara uygun yapılmak zorundadır.
Ama bu park belli ki hiçbir kurala uymuyor. Bu işin yetkili mercii neresiyse, kamuoyu adına uyarmak istiyorum.
Anıtkabir yasağı
Genelkurmay Anıtkabir’in 9 Kasım gününden başlayarak 10 Kasım saat 10.00’a kadar ziyarete kapatıldığını açıkladı.
Anlaşıldığı kadarıyla 10 Kasım’da yapılacak devlet töreni öncesi kısa süreli bir bakım ve temizlik amaçlanıyor. Muhtemelen bir gün öncesinden güvenlik önlemleri de gözden geçirilecektir. Kararın masumane yorumu bu olabilir.
Ancak bu karar büyük tepki yarattı.
Çünkü 10 Kasım’da Ata’yı ziyaret etmek için hazırlanan milyonlarca insan bu kararı Genelkurmay’ın ayıbı olarak karşılıyor. Vatandaş “Halkı Anıtkabir ziyaretinden caydırmak istiyorlar” diyor. Bilsinler istedim.
Ne mutlu bize, kendimizi Amerikalı gibi hissettirdiler
ABD seçimleri yapıldı ve Obama tekrar kazandı. Türkiye için daha iyi olan buydu.
Geceleri pek erken yatmadığım için, önceki gece de televizyon kanalları arasında gidip gelerek oyalanıyordum.
Tüm haber kanalları doğal olarak seçim sonuçlarını veriyordu.
ABD seçimleri başka ülkelerde nasıl yayınlandı bilmiyorum ama bizim televizyonlara bakınca insan kendini Amerikalı gibi hissediyordu.
Sanki seçimler Amerika’da değil, Amerikalılar başkanlarını seçmiyorlar da, bizde seçim oluyor, biz başkanımızı seçiyoruz gibiydi yayınlar.
Örneğin bir kanal Haydarpaşa Garı’nı giydirmişti. Yerlisi yabancısı 300’ün üzerinde davetli de vardı. Çoğu öğrenciydi. Bu öğrencileri Türkiye’de yapılan seçimlerde hiç görmedik, demek ki gençliğimizin aklına seçim deyince ABD seçimleri geliyor.
Yayınlar tıpkı Amerika’daki gibiydi. Kanallar çeşitli yerlerden yayın yapıyordu. Bir oraya bağlanıyorlardı bir buraya.
Ekranlar Amerika uzmanlarından geçilmiyordu.
Sanki Türkiye’nin yeni siyasal ortamı belirleniyormuş gibi bütün uzmanlar derin sözler söylüyorlar, müthiş analizler yapıyordu.
Bunun adı yabancılaşmadır. Siyasal yabancılaşmadır.
Türkiye’de siyaseti iktidarı da eleştirebilecek kıvamda tutmaya cesaretleri olmayanlar, sanki başkanlık seçimleri bizde yapılıyormuşcasına ABD seçimleri üzerinden bol bol ahkâm kesip kendilerini rahatlattılar.
Bizler de ekran başlarında kendimizi “Amerikalı gibi hissederek” bir süre mutlu olduk.
Sağolun var olun.
En masum protesto eyleminde bile o kadar yoğun biber gazı ve tazyikli su kullanılıyor ki, insan 20 yıl önceki gibi “gaz sıkıntısı” ve “su sıkıntısı” çekmeyi isteyecek duruma gelebiliyor! (Gani Yıldız)