Bu dillendirmelerin gerçekliğinin olup olmadığına, yaklaşan tehlikenin farkında lup olmamakla doğrudan ilintisi var kanaatindeyim. Öncelikle belirtmem gerekir ki savaş bu senaryo ile sınırlı değil. Bu senaryo iktidardaki AKP zümresinin içe dönük hedefleri olarak anılabilir. Fakat sorunun kapsamı daha geniş. Dolayısıyla doğuracağı sonuçlar da bir o kadar etkili ve büyük olacak.
Ülkemiz uluslar arası sermayeyle entegrasyonunu sağlamış sermayesi emirlerindeki siyasal iktidar aracılığıyla yönettikleri ve rotasını “Arap baharında” şaşıran devlet aygıtını ABD icazetçiliği temelinde yeniden emperyalist haydutların çizdiği rotaya oturtuyor.. Suriye'deki gerici iç savaşın doğurduğu sonuçlar, Esad'ın devrilemeyişi, Irak'ta emperyalist egemenliğin tesis edilemeyişi, İran'ın nükleer anlaşmayla birlikte bölgesel etki gücünü emperyalist devletlere kabul ettirmesi gibi etmenler, emperyalist kutupların her birinin sahada kendi elini güçlendirecek ataklara girişmesine yol açtığını biliyoruz.
ABD'nin Türkiye'yi cepheye sürmesi bu denklem içerisinde özellikle Rusya-Çin emperyalist kutbu şahsında İran'ı dengelemek, onun etki alanını daha fazla genişletmesinin önünü almak maksadıyla örtüşmektedir. Aynı zamanda bununla birleşik bir biçimde Rojava devrimi ve destansı Kobanê direnişiyle bölge denklemi içerisinde ilerici bir dinamik olarak daha etkin bir biçimde yer almaya başlayan Kürt direniş güçleri üzerinde bir basınç yaratılması da hedeflenmektedir.
Rojava devrimi ve Kobanê direnişinin dünya ezilen halklarına ve emekçilerine, emperyalist barbarlığa karşı direnme dinamiklerine verdiği moral ve sağladığı motivasyon başta olmak üzere bu devrimin bütün kazanımlarını darbelemek istedikleri aşikardır. Özellikle Kobanê direnişinin, IŞİD barbarlığı karşısında kazandığı zafer puanını kendi hanelerine yazmaya oynamaktalar.
Emperyalist güçlerin ve işbirlikçi bölge devletlerinin beslediği IŞİD'in kontrolden çıkıp bölgede tarihin tekerleğini geri döndürmeğe soyunarak hilafet ilan edip durdurulamaz biçimde kendi amaçları peşinde koşmaya başlamasından sonra Suriye deki ve Irak taki Kürt dinamikleriyle ittifaka girilmesi alanda IŞİD’i durduracak tek gücün YPG/YPJ milislerinin olduğu gerçekliğindendir.
Fakat Rojava devrimi şahsında PYD/PKK'nin mevcut anlayış ve yapısı emperyalist güçlerin ve işbirlikçi bölge devletlerinin verili durumda kabul ettikleri bir şey değildir. Hepsinin gözünde ve literatüründe PYD’nin, PKK'nin YPG’nin. YPJ’nin hala “terörist” olarak nitelendirilmesi bundandır. Dolayısıyla Kürt Siyasal hareketinin ehlileştirilip işbirlikçi Barzani (KDP) çizgisine çekile kadar da “terörist” kalmaya devam edecektir.
Barzani sultasının Kürt siyasal mücadelesindeki gerici tutumu ve zigzagları Rojava devrimi ve Kobanê direnişinin PYD ye olan sempatiyi artırması, bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin görev süresi 20 Ağustos’ta doluyor olması, daralan zamana karşın halen seçimler konusunda belirlenmiş bir tarihin bulunmaması, Kürdistan coğrafyasında KDP statükosunu sarsabilecek bir etki yaratmış durumda.
Bu tablonun bütünü içerisinden düşünüldüğünde ülkemiz siyasal iktidarının atraksiyonları ve tutumu daha net anlaşılacaktır. Mesele bu bütünlükten kopartılarak sayın Selahattin Demirtaş'ın “Şaşalı operasyonlar, bombardımanlar... Bunlar devlet politikası değil saray politikasıdır” saptamasında olduğu gibi okunursa, kendini AKP karşıtlığına hapsetmek kaçınılmaz olur. O zaman emperyalist güçlerin, Türkiye'nin çağrısıyla daha yeni toplanan emperyalist savaş örgütü NATO'nun tutumu açıklanamaz.
Cumhurbaşkanının Çin'e giderken verdiği demecinde “Çözüm süreci bitti” keskinliği ve savaş halinin tırmandırılacağını işaret ettiği “Bu bir süreçtir aynı kararlılıkla devam edecek” açıklaması bu tablonun verdiği bir “cüretle” ifade edilmektedir. Bu konjenktöre yaslanan iktidardaki AKP kliği, içerde de 7 Haziran seçim yenilgisinin faturasını kestiği dinamikleri ezmek peşine düştü. “HDP'liler bedel ödeyecek”, “İç güvenlik yasası uygulanacak” buyurganlığı bunlarla birleşik dile getirilmektedir.
Bunlardan dolayıdır ki yazımın başında dile getirdiğim “bu savaş politikaları erken seçim ve başkanlık yolunun açılması senaryosu” olarak basite indirgenmemelidir. Şiddet ve savaş sarmalına girmiş bir devlet aygıtı ne başkanlık tanır ne de seçimle gelmiş parlamento. Evet, diyalektiğin toplumsal yasaları işliyor. Ya devlet aygıtı bir bütün olarak demokratikleşecek ya da diktatörünü bularak daha önce eşine benzerine rastlanmamış ölçüde ceberutlaşacak!