05 Aralık tarihli “Her şeyin başı sağlık deriz” cümlesiyle başlayan 21 Aralık’ta g(ö)rev var başlıklı yazımda sağlık emekçilerinin 2011 yılı mart ayından bu yana işyerleri ve alan etkinlikleriyle emek mücadelesinin lokomotifi olduklarını 21 Aralık eylemlilik kararının konfederasyonum KESK başta olmak üzere birçok yapıyı grev kararına getirecektir” diye yazmış idim. Sağlık alanında örgütlü sendika, dernek ve emek örgütlerini bu aşamaya getiren, bu kararı almaları yolunda cesaretlendiren hiç kuşkusuz üniversitelerde gerçekleştirilen 22 Kasım grevinin dinamizmi ve taleplerin gücüyle ivmelenen sağlık emekçileri hareketinin ar darda yaptığı grev iradesini örgütleme odaklı toplantı, meclis ve diğer çalışmaları üzerinden sağlanan güç toplamaya dayanıyor.
Sağlık alanında örgütlü sendika ve kitle örgütleri, giderek genişlettikleri cepheyi grev günü neoliberal saldırının hedefi olan sağlık işçileri ile birlikte tüm işçi ve emekçileri de kapsayan meclisle de güçlendirmeyi hedefliyor ve esinleyici bir örgütlenme ve mücadele örneği yaratıyorlar.
Son dönemde hızlanan bir biçimde kamu alanında ciddi bir dönüşümün olduğunu, kamunun tamamen tasfiye edildiğini, kamuda çalışma biçimlerinin esnekleştirilip güvencesizleştirildiğini, çalışma saatlerinin uzadığını, performansa dayalı ücretlendirme biçimlerinin hayata geçirildiğini biliyoruz ve yaşıyoruz. Kamudaki eski çalışma biçimi ve sınıf ilişkileri çözülüyor ve yeni bir çalışma rejimi hayata geçiriliyor.
Emek hareketinin öncüsü olması gereken KESK kendine yönelik saldırılar ve ithamlar içerisinde giriyor. Bu saldırılar ve ithamlar ile amaçlanan KESK’in enerjisini azaltmak olduğu gibi emekçi kitleler nezdinde kriminalize etme stratejisini de taşıdığı biliniyor.
Kamudaki dönüşüm bu siyasal atmosferde yaşanıyor ve birbirini tamamlıyor. Buna karşılık, örgütlülük alanında dağınıklık, ne yapacağını bilememe, yeni duruma uygun mücadele araç-yöntemlerini yaratamama, eski biçimde örgütlenme tarzında ısrar, yani kısaca saldırılara karşı hazırlıksızlık hâkim durumda. Yine bu hazırlıksız geçiş sürecinin özelliklerine uygun olarak bencillik, bireycilik, rekabet, gemisini kurtarma, birey psikolojisi kamu işçileri arasında yaygınlaşmış, bir öğrenilmişlik çaresizlik yaşam biçimi haline getirilmiş durumda.
Türkiye’de kamu bir bütün olarak çözülüyor ve yeniden yapılandırılıyor. Neoliberal küresel düzenlemelerin gereği olarak memurlar, ayrıcalıklarından giderek soyunarak çıplak kamu işçileri olarak patronlarla ( hükümetlerle) uzun zamandır karşı karşıyalar. Zenginler yeni anayasa sürecine hazırlanırken aynı zamanda kamu işçilerine dönük güvencesizlik ve esnek çalıştırma koşullarını genişletecek ve son kalan hak kırıntılarını da temizleyecek çalışmalarını adım, adım örüyor.
Yaşanan bunca karmaşanın içinde kamu emekçilerinin öz örgütü konfederasyonum KESK süreci karşılamaktan ve çözümler üretmekten uzak bir profil sergilemektedir.En son üyesi olduğum sendikam Eğitim-Sen’in performansa dayalı çalışma biçimlerinin ilk örneklerini oluşturan ve eğitim emekçilerinin çalışma saatlerini fazlalaştıran ve okul dışı çalışmayı hayata geçiren, performans değerlendirmesi ve ADEY konusunda ne yapacağını bilememesi ve eğitim emekçilerine net bir şekilde cevap verememesi sürece nasıl hazırlıksız yakalandığının kanıtıdır.
İşte böylesi bir nesnel durum içerisinde 21 Aralık grevi ile karşı karşıyayız. Grev, kanun hükmünde kararnamelerden duyulan rahatsızlık ve 4688 sayılı yasada yapılması düşünülen değişikliklerde KESK’in hiç bir önerisinin kabul görmemesi sonucunda uzun zamandır konuşulan bir konuydu. Ama kimsenin nasıl yapılacağına dair ne bir programının olduğu, ne de bir çalışmanın yapıldığı da ortadadır. Karar ne tabandan süzülerek, kitle örgütlenme ve mücadelesi yükseltilerek alınmıştır, ne de KESK ve şube yönetimlerinin tabanla bir bağları vardır.
Tüm bunların ışığında biz kamu emekçileri mevcut dağınıklık ve örgütsüzlüğümüze rağmen, hem 21 Aralık grevini hem de kamu emekçilerinin bundan sonraki mücadele hattını örme görevi ile karşı karşıyayız. Mevcut yönetimlerden bir beklenti içine girmeden, oluşan yeni düzlemde kamu emekçilerinin mücadele dinamiklerini ve sınıfın mücadele özelliklerini açığa çıkaracak bir hatta ilerleme görevi ile karşı karşıyayız. Bu öğrenilmiş, öğretilmiş, alışılmış çaresizlik sürgit devam edemez! KESK yönetimi, kendi tabanının güvenine dahi sahip değildir. Öte yandan emekçilerim gücü ve mücadelesi bir sendika yönetimine devredilemez.
21 Aralık grevini atacağımız adımların bir basamağı olarak değerlendirip bir başlangıç yapmalıyız. 21 Aralık grevini bu gözle değerlendirmeliyiz. Hayatı durduramayacağımız ve gerçek bir grev yapamayacağımızı bilerek, ancak bunu kesinkes son gücümüze dek zorlayarak, asla umutsuzluğa ve yılgınlığa kapılmadan, siyasal-sınıfsal bütün mücadele imkân ve dinamiklerini değerlendirerek mücadele çıtasını yükseltmeliyiz.
21 Aralık öncesi yapılacak tüm çalışmalarda etkin rol üstlenmeli, şu anki yöneticilerin “olduğu kadar olur” kendiliğindenci çalışma tarzlarına izin verilmeden g(ö)rev başarıya ulaşması için tüm enerjimizle çalışmalıyız. İnanın bu çalışmalar yaşanan atmosferi farklılaştıracaktır. Yine 21 Aralık eylemlerinin canlı geçmesi ve kamuoyu yaratması, emekçi sınıfların moral bulması açısından ve bundan sonra ki eylemler için önemlidir. Kararın alınış biçimi, KESK’in içinde bulunduğu durum ve nicel ve nitel olarak zayıflığımızın farkında olarak, umudu büyütme adına, ufkumuzun açık olması ve sınıf mücadelesinin verdiği “aşkla” 21 Aralık g(ö)revini yaşamalıyız.