12 Haziran genel seçimleriyle ilgili aday listeleri açıklandı. Tüm siyasi partiler hangi tür adaylık belirleme yöntemini tercih ederlerse etsinler “vekil” olmak için aday adayı olan yüzlerce, binlerce küskün partililerini de boynu bükük bırakmışlardır.
 
         Milletvekili adaylıkları üzerine günler öncesinde başlayan yarış böylelikle sonuçlanırken siyasi partilerimizin içi karışmış durumda. (Bakmayın verdikleri birlik, beraberlik mesajlarına hepsi görüntüyü kurtarmak için)
 
          Özellikle seçimlerin iki iddialı partisi olan AKP ve CHP'de adaylık beklentileri karşılanmayanların tepkileri yükselirken, gösterilen adaylar üzerine ve sıraları üzerine yoğun tartışmalar yapılıyor. Koltuk uğruna adaylık yarışı, iktidar partisine yakın görünme kaygısı vs.vs.
 
         Sistem partilerindeki adaylık yarışının nedenlerinden bir kaçı hiç kuşkusuz, zenginlerin meclisindeki koltukların sunduğu ayrıcalıklardır. Mecliste bir koltuk, zengin siyasetinde yüksek konumlara ulaşmak için bir avantaj olduğu gibi, aynı zamanda milletvekili kimliği altında “dokunulmazlık” zırhına kavuşmak demek. Diğer taraftan bilindiği üzere sermaye ve iş adamları açısından da milletvekilliği, “iş” bitirmek için bulunmaz bir fırsat anlamına geliyor. Bunun için seçilebilecek bir partiden ve sıradan adaylık için büyük paralar yatırılıyor.  
 
          Beklentiler karşılanmadığı ölçü de sesler yükseliyor. Kişiler değişse de, kapitalizme ve sermayeye biat çizgisi değişmiyor. Süren  adaylık tartışmalarının diğer bir nedeni ise partilerimizdeki bitmek bilmeyen yönetim kavgaları. Özellikle CHP'de Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibinin seçimleri eski Genel Sekreter Önder Sav'ın grubundan temizlemek için bir fırsata dönüştürmesi, tasfiye edilenlerin yoğun tepkisiyle karşılandı. CHP yönetimine bayrak açan bu muhaliflerin tepkilerini her tür medya aracından izlemek mümkün!
 
            AKP cephesinden ise şu anda mecliste bulunanların yarıya yakını aday gösterilmezken, “yandaş” medya ise bu durumu “büyük değişim” olarak pazarlamaya çalışıyor. Oysa bunun iktidarda kalma süresinin uzunluğundan kaynaklı “yek adam” öz güveniyle bir vitrin tazeleme operasyonu olmasından öte bir anlamı bulunmuyor.
 
          Tüm adayların seçilme sıraları dâhil siyasi kariyerleri “liderlerinin” dudak uçları arasında. Hemen hepsi de bu durumdan şikâyetçi değil ve hatta “biat” etmenin huzuru içerisindeler. Yani “seçen milletin” değil, kendilerini “seçtiren sistemin” vekili olmayı çoktan içselleştirmiş durumdalar.
 
        Sendikal mücadele geleneğinden geldiğini ifade eden sendikacılar da yukarıda bahsettiğim pozisyondadır. Tüm bunlarla birlikte iktidara en yakın iki partinin, yani AKP ve CHP'nin adaylarının profiline bakıldığında, adayların ağırlıklı bir bölümünün zengin sınıfından olduğu görülüyor. Öyle ki varsıllar aday listelerinin ana omurgasını oluşturuyor. Onların ardından ise şirket yöneticileri, asker, polis ve sivil bürokratlar, aşiret liderleri geliyor. Listelerde sendika yöneticileri de unutulmamış onlara da yer var.  
 
            Bunların başında ise AKP'nin Çorum'dan aday gösterdiği Salim Uslu geliyor. CHP'nin ona karşılık olarak gösterdiği ağır topu ise Süleyman Çelebi. Çelebi'yi İstanbul 3. bölgeden aday gösteren CHP yönetimi, aday sıralamasında ise Çelebi'nin üstünde Umut Oran ve Erdoğan Toprak adlı iki iş adamı sermayedarı yerleştirmeyi ihmal etmedi.
 
               Bu kadarı dahi partilerin, adaylarının ve seçimlerinin biz emekçiler için olumlu tek bir sonuç yaratmayacağını, adlar değişirken saldırı programlarının değişmeden devam edeceğini kanıtlıyor.