“Gidiyorum gönlümde acısı yanıkların
Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda
Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların
Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda”
 
Gençliğimde zannederdim ki dünyayı düzeltecek güce sahibim. Dağları deler, tepeleri düz eder, denizleri aşar giderim, derdim. Zamanla anlıyor ki insan aslında gücümüz yetmiyor çoğu zaman kendimize bile…
Yüreklerinde sevdanın esamesi esmeyenler, gönüllerinde bir yığın pas taşıyanlar, anlamadılar verdiğim mücadeleyi… Gücüm tükenene kadar sabrettim manasız…
                        Hani bazen içimiz daralır, yüreğimiz kabarır ve hissettiklerimizi bir çırpıda haykırmak isteriz ya dünyaya… İşte o demi yaşıyorum yıllardır.
            Kalabalıklar arasındaki yalnızlığın figanı ile sessiz çığlıklar gönderiyorum gezdiğim sokakların ayazına.

Ve diyorum. Kaç yürek acaba yaşadığı beldenin insanları ile dil beste bir tavır içindedir? Ya da kaç kişi kaç kişinin çektiklerinden haberdar? Kimler ayazdaki feryadın ızdırabını yüreğinde hissediyor?

Nerede komşusunun derdi ile dertlenen diğergamlar?  Ya da “Müslümanlar bir vücut gibidir. Ayağa batan dikenden baş müteessir olur.” Anlayışını ayna edinen kaç dost kaldı yaşadığımız yerde?

            Şehirlerim! Kaç insanı kafalı başsız,  kaçını giyinik üryan dolandırır sokaklarında, caddelerinde?
 Kimler nerelerde heba eder gençliğini? Hangi yürekler ağlar neslin ahvaline?  Ya da kimindir kalabalık caddelerin kalabalığında şuursuzca sağa sola salınan bu insanlar?
            Ah insanlık, sefil varlık, yaratılış gayesinden uzak, hakikate kapalı, hodgam, bencil…

 Ah dostluk, seni kim rafa kaldırdı da bizleri uzaktan seyredersin? Nerede sövene dilsiz, dövene elsiz olan gönül erleri? Ne oldu muhabbet fedailerine?

            Sevdalarımız vardı bir zamanlar destanlaşan… Dünya bizden öğrenmişti “gönül” kelimesini. Ve bulunmayacaktı bir başka dilde, iç derinliği alabildiğine yansıtan böyle bir kelime.
            Gönüllerimiz kirlendi mi? Yüreklerimiz çarpmaz mı oldu arka sokaklardaki ağlayan gözler için.
            Gel artık yollarını gözlediğimiz insanlık.  Yeniden şahlansın yaratılmışların en şereflisi olma hakikatı. Ve yeşersin umutlar, güneş öyle bir doğsun ki zulmetin üstüne hiç batmamacasına… Yine sokaklarda zekat taşlarına gizlice konsun zekatlar ve insanlar hiç utanmadan gidip oradan ancak ihtiyacı kadar olanı alsın. Ne veren böbürlensin ne de alan ezilsin?
            Görsün beşeriyet, ne demekmiş insanlık? Nasıl olurmuş diğergamlık?
Olmaz mı diyorsunuz? Neden olmasın ki? Biz bunu tarihin her safhasında yapmışız. O zaman bize düşen; Emrolunduğu gibi dosdoğru olmak…