Siyasi iktidarın dış politika retoriği (söylemi) buram, buram yayılmacılık kokuyor.“Biz, Devleti Aliyeyi Osmaniye'nin bakiyesi üzerine kurulduk” söylemi ve ardından Dışişleri Bakanının “Kimse Cihan devleti kurmamızı engelleyemez” demeci bir arada değerlendirildiğinde, ülkemiz dış politikasının yönü üç aşağı beş yukarı kestirile bilir.

 
     Şimdi sormak gerek. Hangi bakiye? Ülkemin cihan devleti kurmasını kimler engelliyor diye düşünürken ilgili bakan, Meclis oturumunda baklayı ağzından çıkarıverdi: “Dünya’da ve Ortadoğu'da yeni düzen kuruluyor, biz de yeni Ortadoğu hedefiyle bu düzene eklemleniyoruz.” İktidar bloğundaki güç dengelerinin hızla el değiştirdiği bir dönemde, belli ki acelesi olan siyasal iktidarın niyetini dış işleri bakanı daha doğrudan ortaya koyuyor, toplumsal algı ve kanaatleri istediği istikamette yönlendirmeye çalışıyor.

 
     Aslında kurucu isimlerinin önemli bir bölümü “Osmanlı ittihatçılarıyla” çalışan genç Cumhuriyet yönetimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun abartılı reddiyesiyle kendini inşa etti. Müstakil bir ulus devlet, macerasız bir dış politika benimsedi. Bu anlayış, tipoloji bakımından, kokmaz, bulaşmaz bürokratik siyasal kimlikler yetiştirdi.

 
     Eski yönetim anlayışı çöktü. Daha ileri yönetsel adımlar gerçekleşemeyince, egemen çıkarlar uyarınca devlet yönetimi yeniden “kuruluyor”. Ortada bir dolu senaryo var. Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan’ı içine alanını mı istersin? Ermenistan, Nahcivan’ı içine alanını mı? Kıbrıs ve Ege adaları içeren hayaller de yok değil! Seç, seç beğen. Hayalden gerçeğe uyanmak bazen şok etkisi yapar. Siyasi iktidarın yetkin ağızları kendisini  rolüne fazla kaptıran “tiyatro” sanatçılarından farksız. Kim kimi canlandırıyor; artık anlaşılmıyor.

 
      Hayal güzel, kâbus kötü ve gerçek her zaman sadedir! ABD ile mevcut iktidar arasındaki sembiyotik (karşılıklı bağımlı)  ilişki, başından beri yapısaldır. ABD, her dönem olduğu gibi kendine tam biat eden bu iktidarında iktidarlaşma yolundaki engellerini, ayrık otlarını temizledi, ülkem egemen zenginlerince kabul edilmelerini sağladı. Son olarak “Ergenekon” sürecini planladı, yürürlüğe koydu ve önemli oranda tamamladı. Hatta dünkü “bizim çocuklarına” varana, denk kendine kayıtsız şartsız hizmet etmiş ve sayısız insanlık suçu işlemelerine göz yummuş olduğu tüm kadroların tasfiyesini bitirmiştir. Açık ki, ABD'nin verdiği destek rejimi AB konseptin de bir iç düzenlemeyle yöneltmeyi değil, Ortadoğu cangılında kendi çıkarları için bir “güvenlik devleti” yaratmayı kapsıyor. İsrail'e karşı efelenmelere rağmen kuru kabadayılık da, Suriye'ye karşı alınan tutum da, bazen “hem ağlarım, hem giderim” edası da bu çerçeveden dışarıya taşmıyor, taşamıyor.

 
       Kurbağayı kısık ateşte haşlıyorlardı ama ABD'nin sabrı tükendi. Bizim iktidar da haliyle acele ediyor. Libya'daki ABD işbirlikçisi muhalefete kol kanat gerdikleri gibi Suriye’dekilere de hamilik yapıp kamp yerleşmeleri ahil her türlü lojistik destek veriliyor. “Annan Planı”nı ilk günden itibaren yetersiz bulan, ABD'den bile daha iştahla Suriye’ye girme planları yapan ülkemiz yöneticileri, ordunun da bu hedefe bağlı olarak hazır hale getirildiğini, her an kullanıma hazır tutulduğunu tüm dünyaya “müjdeliyor”.

 
      Bu yol, bu hat halkları düşmanlaştırmaktan, ırkçı-milliyetçi retoriği (söylemi) güçlendirmekten öte hiçbir sonuç vermez. Üstelik ABD yarın başka oyun planları kurduğunda iktidar partisi orta doğuda sıkça görünen açıkta kalma haline düşüverir! Ülkem egemenlerinin emperyal rüyaları hep olageldi. Kar ve fetih sermayenin katalizörüydü. Fakat onlara her seferinde sadece “kırıntı payı” düştü. İktidar partisinin yeni Osmanlıcı zoraki rüyası ise emperyal bir vizyondan bile yoksun. Böyle bir çaptan da!

 
      Ülkemiz yöneticileri kar daha fazla kar elde edebilmek için, komşu ülke halklarının kanını dökme kararlılığında olduğunu sürekli vaaz ediyor. Kar uğruna her şeyi, her yeri kriminalize etmekten çekinmemenin adı vizyon olamaz!

 
      Büyük bir sıkışma var. Dünün Sarıkamış’ı bugünün Suriye çıkmazıdır. Kırıntılar için Dimyat’a giden siyasal iktidarın evdeki “bulgurdan” olma riski bugün dünden daha çoktur.      Tarih, halkları ,emekçileri ve ezilenleri barış için mücadele sahnesine çağırıyor.