Beynimiz; karşımızdakini alt edecek tilki kurnazlığıyla, dolu iken…
Cüzdanımız; her şeye sahip olacak maddiyatın içeriğiyle, dolu iken…
İşkembemiz; doyabileceğimizin üç beş katı yiyecekle, dolu iken…
Dilimiz; yok etmek istediğimiz karşıtlarımızı zehirleyecek sözlerle, dolu iken.
İmanımız; dünya nimetlerinin reddedilemeyen hevesiyle, dolu iken…
Dostluğumuz; fayda yarar zincirinin çarklarını döndürecek soysuzluğumuzla, dolu iken…
Ortaklığımız; önce can sonrası da heyecan bencilliğinin namertliğiyle, dolu iken…
Nezaketimiz; tabii ki de ilkin şahsımıza incelik gösterilmesiyle, dolu iken…
Sorumluluğumuz; bana dokunmayan yılanın bin yıllık yoldaşlığıyla, dolu iken…
Kahvemiz; değil kırk yılın hatırı bir anın dahi satılmışlığıyla, dolu iken…
Sabrımız; Yaradan’ın değil, himmetine ihtiyaç duyulanın insafıyla, dolu iken…
Onurumuz; bize sunulan ulufeye ağzımızın sulanmasıyla, dolu iken…
Liyakatımız; sırtımızı yasladığımız dayımıza olan yalakalığımızla, dolu iken…
Akademisyenliğimiz; kes yapıştırın benimmiş gibi intihalciliğiyle, dolu iken…
Sözümüz; dile sıkışmış tükürüğün ıslanmışlığıyla, dolu iken…
İnsanlığımız; Türk’sün, Arap’sın, Kürt’sün namertliğinin ırkçılığıyla, dolu iken…
İtibarımız; günün şartlarına göre alınacak pozisyonun kıvranışıyla, dolu iken…
Kanımız; kişisel menfaat pusulasının akışkanlığıyla, dolu iken…
Ne olmuş da olmuş bu kadar, dolu iken olmuş, diye de sormayın.
Son zamanlarda yağan dolu.
Haramların üstümüze dolu gibi yağıp her şeyin mubah olduğu şu ahir zamanda.
Arabalarımızı koruduğumuz kadar…
Kendimizi koruyamadığımızın ispatını geçtim.
Her zerresinde şehit kanı olan
Tarihin var olma labirentlerinde, hepimizi gölgesinde toplayan.
Al Yıldızlı bayrağı.
Arabasına örtü yapacak kadar kansızlarla dolmuş da.
İşte ondan.
Haberimiz yokmuş…