Ergenekon, Balyoz,"KCK operasyonları"nın ardı arkası gelmiyor. Özü ve esası ülkedeki tüm muhalefet unsurlarının sindirilmesi ve direniş iradesini kırmak olan bu saldırıya, her gün yeni bir halka ekleniyor.
Geçtiğimiz sabah,(Pazartesi sabahı) bir kez daha, başta Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Hakkâri ve Şırnak olmak üzere toplam 16 kentte, çok sayıda eve ve kuruma eşzamanlı baskınlar yapıldı. Polis, “özel harekât” timleri ve jandarmanın koordineli biçimde gerçekleştirdiği bu baskınlarda, 140'a yakın BDP üyesi ve kurum çalışanı gözaltına alındı. Dizginlerinden boşalmış bir akp-rokrasi baskısı ve terörünün ifadesi olan bu saldırıdan, bu kez üyesi bulunduğum Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) de nasibini aldı.
Her defasında dile getirdim, yine tekrarlıyorum. Sermayedarlarla iç içe olan AK partisi devletleşme sürecinde devleti tüm kurum ve kuruluşlarıyla “erg”i altına almasının sonucunda yargı üzeriden istediği operasyonları dilediği gibi yönlendirmesinin yanı sıra kendi statükosunu da oluşturuyor.
İşbaşındaki AK Partisi hükümeti Türkiye’nin gelmiş geçmiş en fazla uluslararası sermaye guruplarının desteğini almış ve devleti bu sermaye guruplarının emrine amade durumuna getirmesiyle orantılı artan bu destekle birlikte emperyal amaçla uygun iç ve dış politikalar izleyerek devam etmektedir. Dışarıda ABD'nin bölgedeki çıkarlarına tam hizmet ve komşu halklara düşmanlık, bu çerçevede emperyalist saldırganlık ve savaş politikalarına taşeronluk, içerde ise çalışanlara, üretenlere, ezilenlere ve ötekileştirdiklerine yönelik akp-rokrasi uygulamaları. Devletleşen AK partisi bu saldırı politikalarını hayata geçirmeye adeta mecbur ve mahkûmdur. Gerçek budur.
Başta biz İşçiler, emekçiler olarak şunu çok iyi bilmeliyiz. AK Partisi iktidarı, yeni bir devlet organizasyonuna gidiyor, yani akp-rokrasi yönetim biçimi olacak sürecinin “yerel” siyasi öznesi bakı ve zulüm olarak tarihe geçecektir.Başta işçi ve emekçiler olmak üzere kuzuların sessizliğini oynayanlar iş işten geçtikten sonra ah vah etmeya bile fırsat bulamadan zindanlara atılacaktır. Bu nedenle, AK Partisi iktidarının akp-rokrasi icraatını “AKP faşizmi” olarak tanımlamanın, kategorik olarak 1970’li yıllardaki “MC Faşizmi” kavramından bir farkı yoktur. “AKP-ROKRASİ” kavramı, “yeni tipte faşizmin AKP dönemini” ifade etmek için kullanılan bir politik propaganda terimi olarak kullanmak hatalı değildir.
Kısacası, tatlı su solcuları ya da "havetçi sol",liberaller dün özgürlükler için mücadelenin emek mücadelesini saptırdığını ifade ederken bugün "özgürlükler" için harekete geçti. Ama bu aslında dünkü tutumları ile birebir örtüşmekte.
Dün de özgürlükler mücadelesinin ana halkası ceberut devletti bugün de. Dün ve bugün ana halkaya karşı mücadele etmek ülkede demokrasinin zeminini sağlamlaştırıp, güvencelemek birincil görevlerimiz arasındadır.
Bir de elbette barış sorunu var. Özgürlükler kazanılmadan barış, barış kazanılmadan özgürlükler olmaz. Kim ne derse desin, özgürlükler ve barış için mücadele sürecek! Bu mücadelenin başarısıdır ki akp-rokrasi uygulamalarına geri adım attırıp, ülkemizi daha özgür kılacak.