Neden Kur'an'da yönetim anlamında şekli devlet emri yokta, prensipler/ilkeler bağlamında öneriler/emirler var. Bu uzun zamandır kafamı meşgul etmiş bir konudur.
"İslam ülkeleri tabiri" yanlış olup, Müslümanların nüfus oranı olarak çoğunluğu ve bunun doğal sonucu olarak yönetim anlamında iktidarı elinde bulundurduğu ülkelerdir. “İslam”, noksansız olan ilahi vahyi içerir. Müslümanlar ise bu vahye inananları ifade eder. Müslümanların ise ilahi vahıyle (Kur'an'la) bağlarını sürekli canlı tutmaları gerekirken, üretilen kültür ve çevre kültürler genellikle Kur'an' ı anlaşılmaz hale getirmiş ve oluşan bu kültürel yapıya Kur’an neredeyse feda edilir bir duruma getirilmiştir.
Şunu demek istiyorum, “İslam” ilkeler anlamında “sabiteyi” temsil ederken, Müslüman “canlılığı gereği” sabite ilkeleri aşındırabilmektedir. İşte bu anlamda Müslüman'a, “İslâm'ı” temsil yetkisi verilmemiştir. Hatta nebilerde rasul/elçiliklerinin dışında, İslâm'ı temsil etmemektedirler. Onun için "kelime-i tevhıd" ve "kelime-i şehadet"te”, rasule/elçiye inanma inancın gereğidir.
İslam, insana hitap ettiğinden, insanların bulunduğu coğrafyalardaki insanların, tarih içinde yönetim anlayışları bir şekilde oluşmuştur. İşte Kur'an/İslâm, bu insanları yöneten ve yönetilen anlamında İslam'a davet etmekte, eğer kabul ederlerse, ki dinde zorlama yoktur, mü'min olarak onlara bireysel, yöneten, yönetilen anlamında sorumluluklar yüklemektedir. Allah Rasulü'nün, çevre devlet başkanlarına yazdığı mektuplarda ise bu durum açıkça görülür. “Mü'min” oldukları takdirde ellerindeki her şeyi kaybedecekleri değil, “mü'minlik sorumluluğu içinde” bunların yine sahibi olacakları bildirilmiştir.
Gerek “fert” olarak, gerekse “sosyal rolleri gereği” yetki kullanan mü’minler, imkanları nisbetinde iyilik üretip, kötülüğe mani olmaya özen gösterirler. “...İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” Mâide 5/2
Dolayısıyla bir mü’min mülkü elinde toplamaya değil, elindeki mülkü amacı istikametinde kullanmakla sorumludur. İşte bu duyarlılıkta olan mü’minler sosyal rolleri gereği, diğerlerini de yönetim altına alma hedeflerinden öte Allah’a sorumluluk bilinci içinde emr’i bi’l-ma’ruf,nehy’i ani’l-münker çerçevesinde yetkilerini kullanırlar.
Saltanata dönüştürülen müslümanların yönetim anlayışı, müslüman dünyada da sağlıklı bir yönetim ve muhalefet anlayışının oluşmamasına sebep olmuştur.
Hangi şart, hangi durum, hangi görüşe sahip olursa olsun hiçbir devlet yönetimi, kolay kolay yönetimi başkalarına devretmek istemedikleri gibi, kendilerine karşı oluşabilecek gayri yasal yapılara da (bu yapıların şekli ne olursa olsun) müsade etmez. Onun için din adına (dini kavramları kullanarak) örgütlenerek yönetimleri ele geçirmek, kişilerin mülklerine, uluslar arası savaş şartları dışında el koymak dinin emri olamaz. Dinin emri, öncelikle Kur’an’ın anlaşılması, Kur’an’a iman eden kişilerin, bu imanın gereklerinden sorumlulukla beraber, diğer insanlara da ilahi vahyin ulaştırılması ve bu vahye insanların hiçbir beklenti içinde olmadan davet edilmesidir. Burada mü’min kişiler “sosyal rolleri gereği” hangi durumda olursa olsunlar, tebliğe devam etmeleri aynı zamanda da dinin bir emridir. Allah’ın son nebisi Muhammet A.S. da veda hutbesinde şöyle buyurur:
“Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulastırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulastırmış olur.”