Katılım oranına takılmaksızın Almanya seçimlerinde beklenen(öngörülen) oldu ve Merkel % 42 ye varan bir oy oranıyla Almanya seçimlerini 3. Kez kazandı. Her ne kadar koalisyon ortağı baraj altında kalsa da Alman Hristiyan Demokrat Partisi Alman emekçilerini 4 yıl daha oyalayacak çoğunlukla iktidarını devam ettirecek!
 
      Geçmişte Federal (Batı) Almanya'nın ünlü devlet adamı olan Konrad Adenauer da, 1957'de %50'lik oy oranı ile benzer bir başarı elde etmiş ve güçlü lider ünvanlıyla anılmıştı. Dolayısıyla, Merkel bu başarısı ile Alman sermaye çevreleri ve medyasının ona yakıştırdığı “güçlü lider” payesini alarak bu çevrelere ümit verdi.
 
Diğer patilerden SPD %25.7, Die Linke-Sol Parti %8.6, Yeşiller partisi %8.4, bir önceki seçimlerde %14 oy alan Merkel'in ortağı FDP %4.8, Alman siyasi yaşamına yeni katılan Euro karşıtı tutumu ile tanınan Almanya İçin Alternatif Parti %4.7 oranında oy alırken, 2009 yılındaki seçimlerde sürpriz bir çıkış yapan Piraten (Korsanlar) partisi; bu kez aynı başarıyı elde edemedi ve oyları %2.2’de kaldı. Irkçı-faşist NPD ise, özellikle de NSU adlı cinayet örgütü ile ilişkileri nedeniyle yıpranmasına karşın, yine de %1.3 oranında oy topladı.
 
CDU/CSU ittifakı, sadece genel seçimlerde değil, eyalet seçimlerinde de birinci parti oldu. Sadece Hamburg ve Bremen'de birinciliği SPD'ye kaptırdı. Kısacası Merkel'in partisi hali hazırda Batı Almanya'nın birinci ve en güçlü partisi konumunda. Doğu eyaletlerinde ise, Die Linke-Sol parti, birinci parti konumunu yıllardan beri sürdürüyor.
 
Büyük çoğunluğu Die Linke, Yeşiller ve SPD'de de olmak üzere, çok sayıda göçmen de seçimlerde aday oldu. Toplam 8 göçmen aday federal parlamentoya girme hakkını elde etti. 
Kriz Almanya'nın da gerçeğidir ve belli sorunlar üzerinden her geçen gün biraz daha kendisini hissettiriyor. Avrupa'nın bu en zengin ülkesinde de bütçe açığı gitgide büyüyor. Bunun faturası ise, bilindiği üzere işçi ve emekçilere ödetiliyor. Çok ciddi sosyal sorunlar var. Küçükler bir yana, sosyal plan yalanı ile her defasında bir büyük sanayi kompleksi kapatılıyor.
 
İşsizlik çığ gibi büyüyor. İşsizlik oranı %7'leri aşıyor. Çalışanların %22'si çok düşük ücretli işlerde çalışıyor. 12 milyon insan yoksullukla boğuşuyor. 7 milyon insan açlık sınırında yaşıyor. Özellikle çocuklu ve yalnız kadınlar ile evsiz kadın ve erkekler tam bir sefalet içindeler. Bu arada, göçmenler yoksullukta başı çekiyor. Yoksulluk oranı Türkiyeliler arasında %26 civarında. Tüm bunları militarist amaçlarla yapılan harcamalar, savaş hazırlıkları giderleri ile geri ve yoksul ülkelerdeki askeri varlığın faturası ekleniyor. Kısacası, işçi ve emekçilerin yaşamı giderek zorlaşmaktadır.
 
İki dönemdir, Angela Merkel hükümeti tam bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olarak iş gördü. Yığınların sorunlarını çözmek ya da hiç değilse bir parça hafifletmek şöyle dursun, daha da ağırlaştırdı. Merkel hükümeti bununla da kalmadı, AB bünyesi içindeki diğer ülkelere de, özellikle Yunanistan, Portekiz gibi ekonomisi iflasın eşiğine gelmiş ülkelere müdahalelerde bulundu. Onlara durmadan adı “Kurtarma paketi” olan, gerçekte ise, yıkımdan başka bir şey yaratmayan paketler dayattı. Bu ülkelerde teknokratlardan oluşan, kendisine bağımlı hükümetler kurdurdu. Onları fiilen yönetti, yön verdi. İMF, AB ve AMB'nın sömürü çarkları bu ülke halklarını da yıkıma uğrattı.
 
Alman ekonomisi hala çok güçlü. Kriz burada da kendisini hissettirse de, henüz fay hatlarında kırılma yaratacak boyutlar kazanmamıştır. Ekonomide büyüme oranı istikrarlı ve yüksek. Öte yandan Merkel, AB politikalarını oldukça kararlı biçimde savunuyor. AB liderliği konusunda çok iştahlı ve çok iddialı bir pratik sergiliyor. Euro krizini aşacağı konusunda da oldukça iddialı vaatlerde bulunuyor. Bunu seçim çalışmalarında en önemli vaat olarak, bir kez daha dile getirdi. Almanya adına bu iddialı, oldukça cüretkâr ve kararlı tutumu her ortalama Alman'ın gururunu okşuyor. Dahası bu politika, hiçbir zaman hegemon bir güç olma hırsını yitirmeyen ve bunun için açık-gizli hummalı bir çabanın içinde olan savaş suçlusu Alman zenginlerinin eğilimlerini de yansıtıyor.
 
Alman sermaye çevreleri zaten açıktan ve aktif biçimde Merkel’i desteklediler. Alman kirli medyası da pazarlama yeteneğini sonuna kadar kullanarak buna katkı yaptı. Alman kamuoyuna gelince, seçmen istikrara, ekonomideki büyümeye, AB politikalarının kararlı biçimde savunulmasına, demek oluyor ki, AB liderliği konusundaki iştah, hırs ve Alman “ulusal gururuna” önem veriyordu. İşte tüm bunlar ve şovenizm boyutuna varan bir ulusal kibir ve gurur bir arada, Merkel'in şahsında vücut buldu. Merkel alternatifsizdi ve bu nedenle onu desteklediler. 
 
Sözün özü özeti:
Farklı bir sonuç beklenmiyordu, fakat buna karşın Merkel'in seçim başarısı hem Alman hem Avrupa zenginlerini rahatlatmıştır. Almanya'da diğer AB ülkelerindeki gibi ciddi sosyal hareketler henüz oluşmadığı için toplumsal-siyasal yaşama durgunluk hâkim. Bu durgunluk kendi gerilimini an be an biriktirmekte. Kırılma anı Almayanın yaşayacağı ilk ekonomik krizle kendini gösterecektir.