DİN: İNSANLAR ARASINDA BİRLİK VE BERABERLİĞİ SAĞLAYAN, EN ÜST DÜZEYDE EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİ ÖĞRETEN, İNSANLARI FERASET SAHİBİ KILAN ALLAHIN BİR LÜTFUDUR. SADECE İBADET EDEREK DİN YAŞANAMAZ. İBADET EDEN OLABİLİRİZ FAKAT ALLAH’IN EMİRLERİNE UYAN ANLAMINDA ALLAH’A KUL OLAMAYIZ.
Âdem (AS) dan beri insanlar kavga ve kaos içindedirler ve bu kavga Kabil’in Habil’i öldürmesi ile dinin yaşanması gerekliliği anlaşılıyor ve halen de bu yaşam şekli tüm insanlar tarafından da kabul görmüyor.
RUM – 30:Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Maalesef insanlara gerçek din anlatılmadığı için, insanların pek çoğu dinin nasıl yaşanacağını bilmezler. Bildiklerini zannedenler de, dinî ibadet dinî haline getirmişlerdir. İslâm’ı beş şart olarak sınırlamışlar. Şart denmesine rağmen bu şartlar dünya ve ahiret saadetini insanlara sağlayamamıştır. Onun için yazımın baş tarafında bahsettiğim dinîn sağlayacağı güzellikler, İslâm ülkelerinde ve dünya ülkelerinde artık yaşanmıyor. Doğruyu söyleyeni de dokuz köyden kovuyorlar.
Allahın dinîni en çok bozanlar ve yozlaştıranlar ise, dinî öğretmeyi meslek edinen ve ilmin sahibi olduğu zannında olan ve kendilerini Ehli Sünnet ve’l Cemaat olarak tanımlayan, fakat sahabe gibi dinîni yaşayamayan ve dinî yaşantıdan hiçbir nasibi olmamış kişilerdir.
Allah dinini insanlar fırkalaşmasın,birbirlerine zulüm etmesin,birlikte zorlukları başarsınlar diye Âdem (AS) dan,Peygamberimiz Muhammed Mustafa S.A.V Efendimize kadar, tek bir din (şeriat) olan Hânif dinîni peygamberleriyle şeriat kitabı indirerek ikame(ayakta, hayatta tutmuş) etmiştir.
HAC – 67:Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin).Ve Biz, bütün ümmetler için mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar, onunla (o şeriatle) amel ederler (etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka mustakîm (Allah'a doğru istikametlenmiş) olanhidayet üzeresin.
ŞURA – 13-Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahy ederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
İnsanlar, Âdem AS ve onun zürriyetinden gelmiştir. Renk, ırk gibi Allah’ın katında bir üstünlükleri yoktur. Üstünlük sadece takva açısındandır.
HUCURAT - 13Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr(habîrun). Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki Allah'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takva sahibi olanınızdır. Muhakkak ki Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır
Bulundukları toplumda, dinî bilgilerinin yetersizliklerinden ve dinî yaşamanın nefslerine ağır gelmesinden dolayı fırkalaşıp, ayrı devlet kurma hevesine kapılmışlar, oluşturdukları toplumun içinde ve çevresinde asosyal sorun haline gelmişlerdir. Bilerek veya bilmeyerek Allahın istemediği eylemleri gerçekleştirdikleri için, her zaman huzuru bozmakta ve bulundukları toplumun mutluluğuna engel olmaktadırlar.
Bu gün insanlar, dine karşı olanlar da dini yaşadıkları zannı içinde olanlar da, mutsuz ve bitaraf olarak diğer tarafı reddediyor. Zan, gıybet, iftira ve dedikodu ile Allah katında küçülüyorlar. İşte toplumun bir araya gelmesini imkânsızlaştıran bu düşüncedeki insanlar, Allahın istemediği bir yaşantıyı benimsediği için, Allah bu tür insanların müşrik(şirkte) insanlar olduğunu ve onun için de fırkalaştıklarını söylüyor.
RUM – 31-Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
RUM – 32-Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dinlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
O zaman şöyle diyebilir miyiz? Ey insanlar, yaradılış amacınız ne ise ona uyun, çünkü insanlar Allahın yaşanmasını istediği şeriattan daha iyi bir yaşantı bulamaz. Cemaat olmanız, kendinizi tarikat ehli saymanız, çağdaş ve demokratik kuruluşlarda faaliyetlerde yaşamanız, kendinize göre seçtiğiniz önderleriniz insanların birlikte olmasını sağlayamıyorlarsa ve davranışlar ile insanlara örnek olunamıyorsa, siz, insanlar ile olan birlikteliğinizde huzur’un ve mutluluğun yaşanabilmesi açısından, kimseye ve kendinize bir fayda sağlayamıyorsanız, siz Allah için bir şey yapmıyorsunuzdur. Bir Yunus Emre, bir Rabia Sultan olabilme yolunda değilseniz, dindar olduğunuzu iddia ederek Allah’a karşı da yalan söylüyorsunuz. Mutlaka bunun hesabını Allaha bir gün vereceksiniz.
Ve birileri de böyle yaşanlar için şöyle diyecekler:
NE KENDİSİ GÖRDÜ RAHAT.
NE BAŞKASINA VERDİ HUZUR.
ÇEKTİ GİTTİ DÜNYADAN. KALDI EHL-İ KUBÛR.
ALLAHA EMANET OLUN