Yaz aylarında bir nebze de olsa eski dünyamıza dönmemizle beraber; nişan, düğün ve sünnetler döküle kaldı. “Güzün salgın artar yine kapanırız” korkusuyla, ileri tarihlere plânlananlar erkene alınınca, şehirdeki açık-kapalı tüm mekânlar doldu taştı. Salon bulamayanlar, bağda bahçede, kırda belde, caddede sokakta toy kurup düğün dernek yapar oldular.
Biz de bu yoğun programa ayak uydurup kendimizi her hafta sonu bir cemiyette bulduk. Kiminde şahit olduk imza attık, kiminde şöyle bir görünüp hatırdan geçtik, kiminde ise eşi dostu görüp lâfladık, kendimizi davulun dümbeleğin ritmine kaptırdık.
Niğde’de hangi düğüne gitsem çocukluğumun baloları, kına geceleri ve düğün merasimleri, siyah beyaz bir film gibi gözümün önünden geçer. O vakitler Niğde’de ne böyle görkemli salonlar, ne kına sarayları, ne de kır düğünü çayırları vardı. Hele ki kına gecesi kız evinde yapılır, günün birinde kına töreninin kurumsallaşıp özel mekânlara taşınacağı kimsenin aklına gelmezdi.
Niğdenin kına gecelerinde Defçi Ali Osman’ın kendine has üslûbuyla okuduğu türkülere eşlik eden emektar defin tıngırtısıyla coşup gerdan kıran, göbek atan hanımlar onun âmâ olmasının avantajıyla serbestçe döktürürlerdi. Arada sırada göbek atanlara lâf atan; “ Kırmızılı! çok kıvırtma gıı” diye takılan Ali Osman’ın bu tip şakalarını ciddiye alıp, “ görüyor mu ki ayol” diyen kuşkulu hanımların araya perde gerdirttiği de vâkidir.
Eski dönemlerin cemiyetlerinde eğlenir gibi yapılmaz, gerçekten eğlenilirdi. Şimdilerde nişanlar, düğünler geleneksel yapısından uzaklaşıp bir iki saate sığdırılır oldu. Aynı yuvarlak masalar, aynı dijital müzikler, aynı ikramlar, hasılı her şey aynılaştı. Gelin almasıyla, hamamıyla, sandık günüyle, kına gecesiyle, güveylemesiyle nerdeyse bir hafta süren düğünler çok gerilerde kaldı.
Küresel salgın ortamında düğün yemeği âdeti de hemen hemen ortadan kalkınca, misafirlere pilav-kavurma ikramı yapılmadan bir iki kabak çekirdeği-leblebi-nohut-limonatayla idare edilmeye başlandı. İkram yapılır gibi yapılmaya başlanınca, takı takılıyormuş gibi yapılmaya başlandı. Altın fiyatlarındaki artış, davetlileri takıdan-hediyeden kısmak zorunda bıraktı. Birinci derecede yakınları haricindeki bazı davetliler ise gelin-damada çeyreğin çeyreğini takmaya başladılar.
Bir zamanlar Niğde’de, cemiyetlere ev sahipliği yapan en köklü mekân; Sungurbey Sosyal Salonu olarak bilinen Halkevi idi. Hem kütüphane, hem de düğün salonu olarak kullanılan erken Cumhuriyet dönemi bina, yıllarca hizmet verip nice anılara ev sahipliği yaptıktan sonra maalesef ranta kurban gitti. Yerine, kent estetiğinden zerre kadar nasibini almamış, kazulet bir işhanı konduruldu.
Kırklı ve ellili yıllarda ise Mahfel ( askeri gazino) şehrin sosyal hayatının merkezinde idi. Düğün dernek, balo, kermes, kokteyl, çay, çorba bilumum cemiyet toplantıları burada yapılır, subaylar ve eşleri, Niğde eşrafı ile burada buluşur, nice dostluklar kurulurdu. O senelerde askeri bandonun müzisyenleri burada sahne alırlardı.
Gırnatacı İsmail, Döplekçi Hüseyin gibi çalgıcılar da cemiyetlere renk katardı. Bisikletçi Kazım Camkes, düğünlerde kemanıyla Komparsita çalarken, belediye bandosundan da klarnet ve saksafon takviyesi alınırdı.
Halkevi orkestrası ( Adaşlar) yetmişli yılların başından ikibin yılına kadar kadar Düğüncü Muammer’in ( Muammer Kılınçer) şefliğinde sahneye çıktı. O vakitler Niğde’nin Jazzbant ekibi mükemmel batı müziği yapardı.
Adaşlar Orkestrasında Muammer Kılınçer solo gitar, Serdar Soylu bateri, Murat Yağmuroğlu hem gitar hem org çalardı. Peker Sanay bateri, İlker Sanay elektro ve bas gitar, Niyazi Davarcı elektro gitar, Yeşilburçlu Yücel Yılmaz önceleri akordeon sonra da org çalardı. Öğretmen Sami Bey’in oğlu Cumhur ile Yavuz Atalay da ara sıra sahnelerde görünürdü.
Seksenlerde; düğün müzikleri arabeskleşti, hüzün ağırlıklı parçalar ön plana çıktı.
Niğde’de program yapan müzisyenler, Ümit Besen/ Cengiz Coşkuner furyasına ayak uydurup repertuvarlarını zamanın ruhuna göre adapte ettilerse de asla bilgisayardan çalmadılar, hep canlı icra ettiler. Şimdilerde yeni mekânlarda yüzde doksan alaturka müzik ve elektro bağlama çalınıyor. Tek tuşla idare edilen ve aynı ritmi düğün boyunca dinleten, kulakları tırmalayan bir müzik sistemi söz konusu… Üstelik insanların en mutlu günleri olan düğünlerde çalınmaması gereken asker ağıtları, semah, deyiş ve gurbet havaları ile ayrılık-seferberlik türküleri çalınmakla kalmıyor bir de oyun havası kıvamında icra ediliyor. “Gökyüzünde düğün var desen merdiven kurup çıkacak olanlar ile kapı gıcırtısına göbek atanlar, Hey Onbeşli türküsünde halay çekerek bu bayağılaşmanın üzerine tüy dikiyor.
Yeryüzünde evlilikler olduğu sürece düğün dernek işleri devam edecek. Fakat zaman içinde değişen gelenekler bizi şaşırtmayı sürdürecek gibi görünüyor. İnsan ise gerçekten zamanın hızına yetişemiyor.
Bu münasebetle tüm yeni evlilere mutluluklar dilerim.
Devamı haftaya….