Şirk; Allah'ın yerine başka ilah edinenlere denir. Açık şirk deselerdi, puta tapınmak anlamına gelen, insanların yaptığı şeyler den medet uman ve onların kendisine yardım edeceğine inanan kişiler için açık şirkte (put perest) denir.

Asıl sıkıntı GİZLİ ŞİRK; çünkü kişi kendisini gizli şirk içinde olduğuna inanmaz. Yani insanlar Allah’tan başka ilah edinmişlerdir, kendilerine soranlara Allah’ı ve resulüne bağlı olduklarını ve hatta uğruna ölebileceklerini söylerler.
Gizli şirkte olan insanlara bir örnek dersek, bu kişilerden İslam’ın beş şartını yerine getirenler de vardır.
TEVBE - 54
:Ve mâ meneahum en tukbele minhum nefekâtuhum illâ ennehum keferû billâhi ve bi resûlihî ve lâ ye’tûnes salâte illâ ve humkusâlâ ve lâ yunfikûne illâ ve hum kârihûn (kârihûne).Ve onların infâklerinin, onlardan kabul edilmesine mani olan şey, ancak Allah'ı ve O'nun resûllerini inkâr etmeleri ve namaza üşenerek gelmeleri ve onların ancak kerih görerek infâk etmeleridir.
Hâlbuki inkâr etmek yok saymak olarak kabul edilir. Bu ayette bahsi geçen kişilerse Allah'ı ve resulünü inkar ediyor fakat namaz da kılıyor.
Araç olan ibadetlerini yaptıklarını iddia ederken demek ki hedefe ulaştıracak olan asıl amaç ibadetlerini yapmıyorlar ve bunun da farkında değil.
MESELÂ diyeceksiniz. Allah'ın emirlerini değil de nefsinin istediklerini yapan kişiler için, Allah'ın emirleri yerine nefslerinin isteklerini dinlediklerine göre, bu kişilerin ilahı nefsleridir.
CASİYE - 23
:E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh (ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
Kendilerini iman ettikleri zanneden bu kişiler için kıyametten sonra imanlarının fayda vermediğini görürler.
MU'MİN - 85
:Fe lem yeku yenfeuhum îmânuhum lemmâ reev be’senâ, sunnetâllahilletî kad halet fî ibâdih(ibâdihî), ve hasire hunâlikel kâfirûn(kâfirûne). Şiddetli azabımızı gördükleri zaman artık onların îmânı, onlara bir fayda vermedi. Allah'ın, kulları hakkındaki gelip geçen sünneti (kanunu) budur. Kâfirler orada hüsrana uğradılar.
İnsan nefsi afetlerden oluşmuş insanın içindeki şeytan gibidir. İnsanın içinde devamlı fizik bedeni afetleri yönünde hareket etmeyi ikna ederek Allah'ın istemediği, şeytanın istediği amelleri yaptırır. Yani hep kötülük ister.
YUSUF - 53
:Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun). Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
Hâlbuki nefsin bu isteklerin arkasında iblis vardır.
İBRÂHÎM - 22
:Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun). Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! (nefsinizi) Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”
Ateşe atıldıklarında şeytanı sorumlu tutarlar ama şeytan ben vadettim siz kendiniz kabul ettiniz diyerek kendisini sorumlu tutmaz.
İnsanları nefslerine füccur göndererek fizik bedenlerini nefsleri ile kullanır, aslında fizik bedenlerinin sorumluluğunda olan nefs, fizik bedeni kendisine uydurarak Allah'a karşı şirk işletmiştir.
MAİDE - 105
:Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne). Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
Allah'ın da söylediği gibi, hidayette olan kişilere dalâlette olanlar zarar veremiyorsa, hidayet üzeri olunması insanın; iblisin ve nefsinin Allah'a isyan ettirmesinden kurtulduğunu gösterir.
İnsanlar, İslam’ın beş şartı ile hidayete eremeyeceğine göre. Hidayete erebilmek için Allah'a mülâkî olmayı dilemesi lazımdır. Bu da İslam’ın beş şartı ile mümkün değildir.
İnsanlara Allah'ın hidayet ile görevlendirdiği bir kişi, Peygamberimiz SAV Efendimiz gibi Allah'a davet eder. 
KASAS - 87
:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn (muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Peygamberimiz SAV Efendimiz sizi Allah'a davet ederken bunu hatırlatan bir Allah dostu da sizi Allah'a davet eder.
AHKÂF - 31
:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
Davete icabet etmeyen kişi nefsine uymuştur ve Allah'ın teslim olabilmeleri için ruhlarını Allah'a ulaştırmayı(mülâkî) olmayı inkâr etmişlerdir ve dalâlette kalmış inkâr edenlerdir.
AHKÂF - 32
:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin). Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur.
İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler. Bu neden ile Allah'tan hidayete eremezler. Hüsrandadırlar.
YUNUS - 45
:Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne). Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
Nefslerinin kibirleri nedeni ile kendilerini Allah'a davet eden kişileri beğenmezler, haddi aşan kişilerden olmuşlardır.
FURKAN - 21
:Ve kâlellezîne lâ yercûne likâenâ lev lâ unzile aleynel melâiketu ev nerâ rabbenâ, lekad istekberû fî enfusihim ve atev utuvven kebîrâ(kebîren). Ve Bize mülâki olmayı (ulaşmayı) dilemeyenler: “Bize de melekler indirilmesi veya Rabbimizi görmemiz gerekmez miydi?” dediler. Andolsun ki onlar, kendi nefslerinde kibirlendiler ve büyük taşkınlık ederek haddi aştılar.
Bu insanlar mülâkî olmayı inkâr etmeleri, Allah'ın ve resulünün Rabbimize davet etmesini nefsin kibiri nedeni ile nefsini Allah'ın yerine koyarak daveti kabul etmemiştir. İnsanların pek çoğu davete icabet etmedikleri için hidayete eremezler ve inkâr içindedir farkına varmazlar.
RUM - 8
:E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne). Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab'lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkar edenlerdir.
Hâlbuki davete icabet etseydi, heveslerine( nefslerine) tabi olmayacaklardı.
KASAS - 50
:Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn (zâlimîne).Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
Allah’tan bir hidayetçi onların dalâlette kalmamasına vesile olacaktı. Bu hidayetçi Allah'ın kişiye özel tain ettiği bir irşad makamı olması nedeni ile, o kişiye verdiği ayetler ile dinini yaşamasına ve Allah'ı unutmamasına neden olacaktı.
HAŞR - 19
:Ve lâ tekûnû kellezîne nesûllâhe fe ensâhum enfusehum, ulâike humul fâsikûn(fâsikûne). Allah'ı unutan kimseler gibi olmayın! Böylece (Allah da) onlara, kendi nefslerini unutturdu. İşte onlar, onlar fasık olanlardır.
Allah'ın tayin ettiği hidayetçi Allah'ı zikretmeleri gerektiğini ve bu şartlarda Allah'ın nefsinin isteklerine uymaktan kurtaracağını anlatır.
BAKARA - 152 :Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn (tekfurûni).Öyle ise Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve sakın küfür üzerine olmayın.

Allah'ın fazlı ve rahmeti üzerlerinde olacağı için bu hidayet üzeri olan insanı nefsleri sapmış insanlar Allah'a mülâkî olmaktan saptıramazlar.
NİSA - 113
:Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en yudıllûk(yudıllûke) ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’(şey’in) ve enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem(ta’lemu) ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ(azîmen). Eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti senin üzerine olmasaydı, onlar dan bir gup seni de şaşırtmak için saptırmak için bir tasarlama yapmıştı, yapmışlardı. Halbuki onlar ancak kendi nefslerini saptırabilirler ve sana hiçbir şeyle zarar vermezler. Ve Allah, sana Kitab'ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. Ve Allah'ın senin üzerindeki fazlı çok büyüktür.
Allah, sabah akşam Allah'ın zatını isteyenler ile beraber, hevasına (nefsine) uymadan sabırlı ol diyor.
KEHF - 28
:Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ(furutan).Sabah akşam, O'nun Vechi'ni (Zat'ını) isteyerek Rabbine dua edenlerle beraber nefsini sabırlı tut. Dünya hayatının ziynetini dileyerek gözünü onlardan çevirme! Kalbini zikrimizden gâfil kıldığımız ve hevasına (heveslerine) tâbî olan kimselere isteyerek, işinde haddi aşmış olanlara itaat etme!
Hevasına uyan gizli şirk içinde olanlar ile beraber olmayın diyor. Bu kişiler İslam’ın beş şartı yeter Allah'a ulaşılmaz diyerek insanların hidayetten sapmasına neden olur.
Dini yaşamak ve gizli şirk içinde olmamak için insanların önce Allah'ın zatına ruhunu ulaştırmayı istemek gerekmektedir. Sonra da Allah'a davet eden Allah dostunu, Allah’tan istemeniz gerekmektedir.
MAİDE - 35
:Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne). Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takvâ sahibi olun ve O'NA ULAŞTIRACAK VESİLEYİ İSTEYİN. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Önce Amenu olmak lazım bunu için de; [" ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim Ve ben âmenû olanları ((Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar)."] Allah'a ulaşmayı (mülâkî olmayı) dilemek gerekir.
Kesin olarak Allah'a mülâkî olunacağına tevekkül eden kişi Allah’tan HACET namazı ile isteyebilir.
BAKARA - 46
:Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
Kesin derecede, hiç şüphe duymadan ve tereddüt etmeden isteye bilinir.
BAKARA - 45
:Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda: Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.
HADİ NE DURUYORSUNUZ?
ALLAH BÜTÜN İNSANLARI CENNETİNE ÇAĞIRIYOR. AMA İNSANLAR HEVALARINA TABİ OLUP ALLAH'A KARŞI GİZLİ ŞİRK İÇİNDE YAŞIYORLAR.
AL-İ İMRAN - 133 :Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn (muttekîne).Rabbinizden mağfirete ve arzı (yerleri) göklerle yer kadar olan cennete koşuşun ki; (o cennet), takva sahipleri için hazırlanmıştır.
ALLAH'A EMANET OLUN.