İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Han, Akşemseddin Hazretlerini ziyarete gitti. Sohbet esnasında; “Hocam! Eshâb-ı Kirâm’ın büyüklerinden, Ebu Eyyûb’ül Ensâri’nin İstanbul surlarına yakın bir yerde olduğunu tarih kitaplarında okudum, yerinin bulunmasını dilerim.” dedi. O da eliyle işaret ederek; “Şu tepenin eteğinde bir nûr görüyorum. Orada olmalıdır.” cevabını verdi. Fatihin isteği üzerine birlikte işaret edilen yere gittiler. Akşemseddin Hazretleri iki çınar dalı aldı. Birini bir tarafa, diğerini az öteye dikti ve; “Bu iki dal arası, Ebu Eyyûb’ül Ensâri’nin kabridir.” dedi ve Sultanla birlikte şehir merkezine geri döndüler.
Fatih Sultan Mehmet Han, kalbindeki şüpheyi kaldırmak için Silahtar ağasına; “Gidiniz, hocam Akşemseddin’in diktiği çınar dallarının ortasına şu yüzüğümü (mührü) gömünüz ve o dalları yirmişer adım güney tarafına çekiniz” dedi.
Sabah olunca Sultan Fatih, Akşemseddin Hazretlerinden, türbe yapımı için kabrin yerini tekrar belirlenmesini rica etti ve sonra oraya birlikte gittiler.
Akşemseddin Hazretleri, Silahtar ağasına; “Şurada bulunan Sultan hazretlerinin mührünü çıkarın ve kendisine teslim edin” dedi. Çünkü o, gizlice gömülen padişahın yüzüğünü kerametiyle bulmuştu.
Bu arada kabir kazıldı, içinden “Ebû Eyyûb’ül Ensâri” yazılı bir levha çıktı. Bu hali gören sultan şaşırdı. Böyle “ehli keşf ve keramet” sahibi olan Akşemseddin’in himmetine sahip olmasından dolayı da çok mutlu oldu.
Bir gün Akşemseddin hazretlerinin bulunduğu meclise pilav yemeği getirildi. Orada bulunanlar; “Buyurun yiyelim.” dediler. Akşemseddin hazretleri; “Bu pilav bize ait değil, nasıl yiyebiliriz?” dedi. Oradakilerden birisi; “Nasıl bizim değil?” dedi ve besmele çekip elini pilava uzattı. O esnada kapı çalındı ve bir fakir; “Allah rızası için sadaka olarak yiyecek bir şey verin” diye seslendi. Akşemseddin hazretleri; “Getirilen pilavı sahibine verin.” dedi.
Akşemseddin Hazretlerinin “Risâlet” adlı eserinde;
“Az yemek, az uyumak, Allah Teâlâ’yı çok zikretmek gerekir. Tembel olmayın, namaza önem verin, nimete şükür, belaya sabredin. Dünyanın mutluluğuna bağlanıp kalmayın. Ömrün uzun olmasını isterseniz, insanlara eziyet etmeyin. Kimseye haset edip, kötülemeyin. Kendinizi başkalarına övmeyin. Edepli, mütevazı ve cömert olun”diye öğütte bulunmuştur.
Akşemseddin “Mâddef’ûl-Hayat” adlı eserinde ise; “Hastalıkların insanlarda teker teker peyda olduğunu sanmak hatadır. Hastalık, insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma ise, gözle görünmeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.” buyurdu. Bir Türk hekimi olan Akşemseddin tarafından, bundan 550 yıl önce mikrop teorisi ortaya kondu.
Ünlü tıp bilimcisi Pasteur aynı neticeye, hem de teknik aletler elinde iken, Akşemseddin’den 400 yıl sonra varabilmiştir. Buna rağmen mikrop teorisi, yanlış olarak Pasteur’a mâl edilmiştir.