27 Mayıs darbesinden önce bir çeşit bölge barajı uygulanıyordu. Bir seçim bölgesinde birinci olan parti, o seçim bölgesinin tüm vekillerini alıyordu. Bu adaletsiz sistem, CHP iktidarının “ebedileşmesi” için kurgulamıştı. 1946’da çok partili sisteme geçilince bu sistem ilkin CHP lehine işledi. 1950’den itibaren ise CHP aleyhine ve DP lehine işlemeye başladı. Önceki seçimlerde parlamentoda CHP’nin ezici üstünlük sağlamasına hizmet eden bu sistem, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin (DP) ezici üstünlük sağlamasına yol açtı. DP oyların yüzde 53,4’yle mecliste 408 sandalye alırken, CHP 39,8’lik oy oranıyla ancak 69 milletvekili çıkarabilmişti. CHP’nin aldığı ağır yenilgi, daha da ağırlaşarak yansımıştı meclise.
1950’den önce DP, seçim sistemindeki bu adaletsizliğin giderilmesi için defalarca CHP’ye öneri getirmiş, CHP, iktidarının güvencesi olarak gördüğü bu sistemi değiştirmeye yanaşmamıştı. 1950’den sora ise roller değişmişti. Bu sefer CHP’nin seçim sisteminde değişiklik önerilerini kabul etmeyen DP oldu. Her iki parti de bu konuda samimiyetsizlikte birbiriyle yarıştılar.
27 Mayıs darbesinden sonra seçim sistemi değiştirildi. Her parti alabildiği oy oranında mecliste temsil edilebilme olanağı yakaladı. Bu sayede 27 Mayıs darbesinden sonra yapılan ilk seçimlerde parlamentoya dört parti [CHP, Adalet Partisi (AP), Yeni Türkiye Partisi (YTP), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)] girebilmişti. 1965’te de TİP, yüzde 3,3’lük oy oranıyla 15 milletvekiliyle temsil edilebilme olanağı yakalayabilmişti.
1961 parlamento seçimlerinde bir partinin tek başına hükümet kurabilme olanağı yoktu. Ordunun da baskısıyla AP ikna edilerek, CHP-AP koalisyonu kuruldu. Cumhuriyet tarihinin bu ilk koalisyonu, aynı zamanda ilk koalisyon ve azınlık hükümetleri dönemini başlatmış oldu.
Kendini DP’nin mirasçısı ve devamı olarak gören AP ile CHP’nin ortaklığı uzun süremezdi. 1946’dan beri CHP ile DP arasında süregelen rekabet, çekişme ve çatışma, 27 Mayıs darbesiyle husumete dönüşmüştü. AP, CHP’nin orduyla işbirliği içinde olduğuna inanıyor, Menderes ve iki bakanın idamından sorumlu tutarak güvenmiyordu. Hapishanedeki DP’lilerin durumu ve CHP’nin uygulamaya çalıştığı devletçi ekonomik politikalar aralarındaki çelişki, çatışmayı daha da keskinleştirdi.
CHP planlı ve eşgüdümlü kalkınmadan yana ve bu amaçla kurulan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ile ekonomiye devletin yön vermesi gerektiğini savunuyordu. AP ise DP’nin geleneğini sürdürerek, asıl inisiyatifin sermaye oligarşisinde olması gerektiğini ve devletin onun hizmetinde olmasını savunuyordu.
İki parti arasındaki bu çekişme ve çatışmalara, bir de tutuklu DP’lilerin durumunun ne olacağı tartışmaları eklenince, “ceza indirimi” mi, “af” mı tartışmaları arasında ipler kopma noktasına geldi. Mayıs 1962’de AP koalisyondan çekilince, hükümet dağıldı.
Bunun üzerine CHP, Meclis’teki diğer iki partiyle (CKMP ve YTP) koalisyon kurdu. Bu koalisyonun ömrü uzun sürmedi. 1963 Kasım’ında yapılan yerel seçimlerde AP başarı kazanınca CKMP ve YTP hükümetten çekildiler. Başbakan İnönü istifa etmek zorunda kaldı. AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala hükümeti kuramayınca, Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini tekrar İsmet İnönü’ye verdi. İnönü bağımsızlarla bir azınlık hükümeti kurdu. 1964’te patlak veren Kıbrıs sorununun krize dönüşmesi, AP’nin milliyetçi hassasiyetini harekete geçirdiğinden azınlık hükümetinin ömrünün uzamasına yol açtı. 1965’te AP, hükümetin bütçesine güvenoyu vermeyince İnönü tekrar istifa etmek zorunda kaldı. Ekim 1965’te yapılan seçimle, Demirel’in Genel Başkanlığı’ndaki AP yüzde 52,9’la salt çoğunluk elde etti. Bu sonuç, ilk koalisyon ve azınlık hükümetleri dönemini bitirdi. AP’nin başına yeni geçen Demirel, hükümeti kurdu.
Koalisyon dönemleri ülkemiz artı değerine el koyan egemen klikler arasında rekabet ve çatışmayı artırdığından, sermaye oligarşisi tarafından istenmeyen bir olgudur. Egemenler arasındaki bu çelişkiler yönetmede zorluklara yol açtığından biz ezilenlerin mücadelesi açısından çeşitli olanaklar da açığa çıkartabilir. 1961’den itibaren işçi-emekçi ve öğrenci hareketinin canlanması, TİP’in güç kazanması vb. Başkaca etkenlerin yanı sıra bunun da katkısı olmuştur.
7 Haziran seçimleri sonrası yeniden seçim ve savaş hükümeti tehditlerinin havanda su dövmekten farkı yoktur. Varsın yeni bir hükümet kurulmasın, varsın yeryüzünde kaos hakim olsun. Biz örgütlülüğümüzü koruyup geliştirdiğimiz, sokakları ve kent meydanlarını terk etmediğimiz sürece egemenlerin bütün çırpınışları boşa çıkar. Onların kıyılarını umutsuzluk dalgaları vurdukça, bizim umut dalgalarımız yükselmeye devam edecektir. Umutsuzluk onların kaderi, zaferler ise bizim.