.

İsrail’in Gazze’deki soykırım politikası, modern dünyanın ahlaki çöküşünü, insan olgusunun anlam kaybını ve bir azınlığın çoğunluğa olan tahakkümünü derinlemesine anlamak için hem tarihsel hem de felsefi boyutlarıyla incelenmelidir. Bu mesele, sadece bir devletin diğerine uyguladığı baskı değil, insanlığın kendi varoluş krizini yansıtan bir paradigma olarak ele alınmalıdır.

1. Güç, Hakikat ve Tahakküm: Tarihsel Bağlam

Tarih boyunca bilgiye ve teknolojiye sahip olanlar, sadece fiziksel güçleriyle değil, hakikati manipüle ederek de tahakküm kurmuşlardır. İsrail’in bugünkü üstünlüğünü anlamak için, bu tarihsel eğilimi incelemek faydalı olacaktır.

Roma İmparatorluğu ve Pax Romana

Roma, askeri güçle olduğu kadar, hukuk ve iletişim ağlarıyla da imparatorluğunu sürdürmüştür. Pax Romana (Roma Barışı) adı altında işgal ettiği topraklardaki hak ve özgürlükleri sınırlamış, kendi hikâyesini evrensel bir barış anlatısı olarak sunmuştur. İsrail’in "kendini savunma hakkı" adı altında Gazze’ye uyguladığı zulüm de benzer bir anlatı inşa eder: Barış, bir tarafın mutlak üstünlüğüne dayalıdır ve diğer tarafın yokluğu üzerinden tanımlanır.

Avrupa Sömürgeciliği

16. yüzyıldan itibaren Avrupa devletleri, bilimsel ve teknolojik ilerlemeleri kullanarak dünya üzerindeki büyük bir kısmı sömürgeleştirmiştir. Bu süreçte, yerli halkların hak talepleri, "medeniyet getirme" anlatısıyla bastırılmıştır. İsrail’in Gazze üzerindeki baskısı, bu sömürgeci zihniyetin modern bir yansımasıdır: Gazze halkının özgürlük talebi, "terörizmle mücadele" kılıfıyla bastırılmakta, varlıkları adeta yok sayılmaktadır.

Nazizm ve Algı Yönetimi

20. yüzyılın en trajik örneği olan Nazizm, yalnızca askeri bir güç değil, aynı zamanda propaganda yoluyla hakikati manipüle ederek insanlığa tahakküm etmiştir. Goebbels’in “Büyük Yalan” teorisi, yalanların sürekli tekrarlanarak gerçeğe dönüştürülebileceğini savunur. Bugün İsrail, modern iletişim araçlarıyla, Gazze’deki insanlık suçlarını haklılaştırma çabasında benzer bir strateji izlemektedir.

2. Modern Dünyanın Hakikat Krizi

Felsefi açıdan bakıldığında, İsrail’in Gazze üzerindeki politikası, modern dünyanın hakikat krizini ortaya koymaktadır. Bu kriz, Hannah Arendt’in "kötülüğün sıradanlığı" kavramıyla açıklanabilir: İnsanlar, sistematik bir şekilde insanlık dışı eylemleri, sorgulamadan kabul edebilir hale gelir. Gazze’de yaşananlar, sadece bir devletin suçları değil, aynı zamanda küresel bir topluluğun bu suçlara göz yummasıdır.

Teknoloji ve İletişim Çağında Tahakküm

Bilgi çağında hakikat, gücü elinde tutanların tekelindedir. Michel Foucault, bilginin iktidar ile olan ilişkisini vurgulayarak, modern toplumlarda bireylerin ve kitlelerin nasıl manipüle edildiğini açıklamıştır. İsrail’in medya ve teknoloji üzerindeki hâkimiyeti, Filistin halkının sesini boğarken, kendi zulmünü haklı gösterecek bir rejimi inşa etmiştir.

Kapitalizmin Değer Kaybı

Modern kapitalist sistem, insan yaşamını meta değerine indirger. Filistin’de yaşamını yitiren binlerce insanın hikâyesi, küresel medyada çoğu zaman bir istatistikten ibaret kalmaktadır. Karl Marx’ın “yabancılaşma” kavramı, bu durumu anlamak için önemli bir çerçeve sunar: İnsan, hem kendine hem de diğerine yabancı hale gelir; adalet, bir ekonomik çıkar meselesine dönüşür.

3. Gazze Soykırımı: İnsanlığın Aynası

Gazze’de yaşananlar, insanlık tarihinin en karanlık dönemlerini çağrıştırır. Burada sadece bir halk değil, insanlık onuru da yok edilmektedir. Bu durum, Leviathan’dan Hobbes’un "insan insanın kurdudur" anlayışına kadar, insan doğasına dair karamsar düşünceleri doğrular niteliktedir.

Bir Halkın Yok Oluşu

Gazze’nin maruz kaldığı abluka ve bombardımanlar, adeta bir "yavaş soykırım" olarak değerlendirilebilir. Raphael Lemkin’in soykırım tanımına göre, bir halkın sadece fiziksel varlığı değil, kültürel ve sosyal yapısı da hedef alınır. Gazze’de çocuklar okula gidemezken, yetişkinler temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiştir. Bu, bir halkın sistematik yok oluşunun en somut örneklerinden biridir.

Mazlumun Adalet Arayışı

Tarih boyunca mazlumlar, adalet arayışlarını dile getirmek için farklı yollar bulmuşlardır. Gandhi’nin Hindistan’da uyguladığı pasif direniş, Filistin halkının da kısmı olarak ilham aldığı bir mücadele biçimidir. Ancak modern dünyanın iletişim ağları, bu direnişi susturmak için tahakküm araçlarıyla donatılmıştır.

4. Çözüm ve Yeni Bir İnsanlık Arayışı

Gazze’de yaşananlar, sadece İsrail-Filistin çatışmasının değil, modern dünyanın insani değerler krizinin bir sonucudur. Bu nedenle çözüm, sadece politik değil, felsefi ve insani bir yeniden yapılanmayı gerektirir.

Hakikatin Yeniden İnşası

Bağımsız Bilgi Ağları: Filistinlilerin sesini duyurabilecek, İsrail’in algı yönetimine meydan okuyabilecek alternatif medya platformları oluşturulmalıdır.

Hakikat Komisyonları: Uluslararası toplum, İsrail’in işlediği suçları bağımsız bir şekilde incelemek ve adalet sağlamak için hakikat komisyonları kurmalıdır.

İnsanın Yeniden Tanımı

Varoluş Felsefesi: İnsan, sadece biyolojik bir varlık değil, aynı zamanda ahlaki ve sosyal bir varlıktır. Jean-Paul Sartre’ın varoluşçu felsefesi, insanın kendi eylemleriyle anlamını yaratabileceğini vurgular. Bu anlam, zulme karşı direnmekle yeniden inşa edilebilir.

Adaletin Evrenselleştirilmesi: Adalet, sadece güçlülerin değil, mazlumların da hakkı olarak yeniden tanımlanmalıdır. Bu, İbn Haldun’un “güç ve adalet dengesi” anlayışını çağdaş bir bağlamda yeniden düşünmeyi gerektirir.

Küresel Bir Vicdan Hareketi

Gazze’nin özgürlüğü, sadece Filistin halkı için değil, tüm insanlık için bir dönüm noktası olabilir. Tıpkı Güney Afrika’da apartheid rejiminin sona erdirilmesinde olduğu gibi, küresel bir dayanışma hareketi gereklidir.

Evet, Gazze, modern dünyanın ahlaki ve insani çöküşünün aynasıdır. İsrail’in bilgi ve teknolojiye dayalı tahakkümü, insan olgusunu araçsallaştıran bir dünya düzenini temsil eder. Ancak bu durum, insanlığın kendi varlığını ve değerlerini sorgulaması için insanlığın kendine format atması için bir fırsattır. Adaletin ve hakikatin yeniden inşa edildiği bir dünya düzeni, sadece Filistin halkı için değil, insanlık için bir kurtuluş olacaktır.

Mehmet Baş