Enver Bey’in saçları gibi ağarır Fergana şafakları
Orada bir şehit yatar taşların koynunda
Çeğan tepesinde bir bulut ağlar sessizce
Kızılelma bir gül gibi açar kalbimin eşiğinde
 
Gaspıralı İsmail, Sultan Galiyev, Kazım Karabekir
Eski bir türkünün notalarında akşamın hüznü
Yağmur yerine kurşun yağan iklimlerde
Sivastopol önünde yatan gemileri seyrederim
 
Antik bakışlar arasında bir Frig şarabı içerim
Yazılıkaya üzerinde mührü durur eski sahipliğimin
Ülker yıldızı yol gösterir demirden dağların arasında
Hızır ve Oruç Reis’in gazabına uğrar eski denizler
 
İlk şafakta kan içen ejderlerin sofrasından geçerim
Kalbimde dosyasını kaybetmiş bir davanın mühürsüz dilekçeleri
Bir silahşor asla ve asla korkmaz bilirim
Ben ve arkadaşım Yakup Cemil birde Eşref Bey
Dalgalanan bir başak gibi elimizde akşamın pusulası
Boğazın sisli denizine doğru bakıp
Geldikleri gibi giderler diyen sarışın bir kurt
 
Kalbim hep aynı şarkının aynı nakaratında
Vatan denilen nazlı gülü soldurmadan
Seyit Çavuş’un sırtında güneşten daha ağır bir yükle
Çanakkale içinde aynalı çarşılardan geçerken
Seydiler köyünde mermilerini bebek beler gibi beleyen
Şerife Bacı’nın soğuktan buruşmuş ellerinde
Gözlerimden rast makamında bir şarkı geçer
Bir bulut olup yağarım Yemen çöllerine
 
Afyon ovasında güneşin ışıkları yanarken
Eskişehir’in içinde çelikten bir kılıç parlar
Kocatepe’de masmavi bir denizin köpürüşleri
Tarihin aynasını paramparça eden bir sesle
Yurdumun dağlarında çiçekler açar
 
Bir pınarın başında kirmen eğiren yörük nenesinin
Söylediği türkünün okyanusunda boğulur gözlerim
Önümde Saru Saltuk’lar, Taptuk Emre’ler, Yunus’lar
Kalbimde üç kıtanın yası, heybemde öksüz haritalar
Gazi alperenler gelip geçer rüyalarımdan
Ay yıldızlı bayrağa bakar bakar ağlarım