.

Niğde’nin sabahları, güneşin ilk ışıklarıyla uyandığında taşlar dile gelir; rüzgâr, kadim hikâyeleri fısıldar. Alaaddin Camii’nin kapısı ise en derin sırrını  bahar sabahlarında anlatır. Taşların arasından yükselen bir genç kız silueti… Örgülü saçları, zarif boynu, başındaki tacıyla güneşin dokunuşuyla ortaya çıkan yüz, şehrin kalbine işlenmiş eski bir efsanenin kapısıdır.

Taş ustası Gazi, camiyi inşa eden maharetli ellerin sahibiydi. Gazi, taşlara sadece şekil veren bir zanaatkâr değil, aynı zamanda her bir taşı duygularıyla yoğuran bir şairdi. Şehrin sancakbeyi Zeyneddin Beşere’nin kızı Leyla’yı ilk kez bir bahar sabahında görmüş, o an yüreği Leyla’ya vurulmuştu.

Leyla, bir bahar gülüydü; güzelliğiyle insanın içine ince bir hüzün serpiyor, gözleriyle göğün derinliklerini fısıldıyordu. Ama Gazi, sıradan bir taş ustasıydı. Leyla ise bir beyin kızı… Yüreği imkânsız bir aşka düşmüştü.

Sultan Alaaddin Keykubat adına caminin inşası başladığında Gazi, taşları adeta bir dua eder gibi işliyordu. Fakat kalbindeki aşk, taşlarda dile gelmek istiyordu. Gazi, Leyla’nın yüzünü, güneşin dokunacağı taşlara gizlemeye karar verdi.

Kapının taşlarını öyle bir işlemişti ki, güneş ışığı bahar sabahlarında belirli bir açıyla vurduğunda Leyla’nın yüzü ortaya çıkıyordu. Tacı, örgülü saçları ve incecik yüzü… Bu, taş ustasının kalbindeki Leyla’ydı; sessiz, ama asla unutulmayacak bir haykırış.

Camii tamamlandığında halk, kapının sırrını çözemezken Leyla, baharın ilk sabahında güneşin sırrını gördü. Kapıda beliren silueti tanımıştı. Bu, kendi yüzünden başkası değildi. Her bir çizgi, onun güzelliğini yansıtıyordu. Ama bunu kim yapmıştı?

Leyla, taş ustalarının işlerini izlemek bahanesiyle Gazi’nin yanına gitti. Onun ellerindeki zarafeti, gözlerindeki kederi gördüğünde bu aşkın sessiz sahibini anladı. İkisi de bu imkânsız sevdanın ağırlığını yüreklerinde taşıyordu.

Hikâye, sancakbeyi Zeyneddin’in kulağına gidince Gazi’nin kalemi kırıldı. “Bir taş ustasının bir beyin kızıyla aynı yolda yürümesi imkânsızdır,” dedi sancakbeyi. Gazi, sürgün edilmeden önce son kez Leyla ile buluştu. Camii kapısında sessizce vedalaştılar.

“Benim ellerimle kazıdığım aşk, taşlarda ebediyen yaşayacak,” dedi Gazi. “Her bahar sabahında güneş, bu aşkı dile getirecek. Senin yüzün, taşların arasında bir yıldız gibi parlayacak.”

Leyla gözyaşları içinde kaldı. Gazi, ağır adımlarla şehirden ayrılırken, Leyla kapının önünde sessizce durdu. O günden sonra her bahar sabahı kapının önüne gelir, güneşin Leyla’yı taşlara işlediği anı beklerdi.

Leyla’nın ve Gazi’nin aşkı, zamanla bir efsaneye dönüştü. Gazi’nin adı bir daha anılmadı, ama taşlara kazıdığı aşk, Alaaddin Camii’nin kapısında yaşamaya devam etti.

Bugün, o kapıda beliren genç kız figürü, yalnızca taşların değil, bir ustanın yüreğinden kopan aşkın fısıltısıdır. Güneş vurdukça o aşk konuşur, o aşk yaşar, ve Leyla’nın gözyaşları hala taşlarda yankılanır.

“Her taş bir dua, her işleme bir hasret
Gazi’nin elleriyle şekillenen bu sır,
Güneşle buluşan Leyla’nın yüzünde
Ebediyen aşkı haykırır.”

Mehmet Baş