Gecenin saat üçünde bir bıçak gibi böğrüme batan da ne …gece siyah saçlarını akrep ve yelkovanın tarağında sessizce tararken.. arka fonda her zaman ki gibi türküler .. Sesin en güzel desenleriyle yıkanıyor ruhum. “ip attım ucu kaldı. tarazda kücü kaldı.. ben sevdim eller aldı.. yürekte acı kaldı” Göğsümün karıncalanan noktasında henüz keşfedilmemiş coğrafyalar... Kulaklarımda sessizliğin barikatını yıkan sözler... ” elmayı yüke koydum, ağzını büke koydum , aldın yari elimden, boynumu büke koydun.. “ Boynumuz bükülmeye yıllar önce alışmış zaten.. her kapı önünden kovulan kim.. Her aşkın gururu yıkılmış sokaklarında volta atan kim.. hangi türkü bu yaraya merhem olur.. Hangi söz kalbimin kırılmış fay hatlarını tamir edebilir.
“ Gine bahar geldi akıyor seller .. derdim içerimde ne bilsin eller.. “ Niğde’nin kışa dönen göklerinden Hasan dağına doğru bir kuş havalanıyor. Melendiz dağlarında yavru şahinler dönüp duruyor. Oradan torosların karlı zirvelerine doğru siyah bulutlar ilerliyor. Bolkar dağlarından Şekerpınarı’na doğru inerken Aşık Tahiri’nin diliyle “ Adana’ya bir kız geçti gördün mü ? “diye soruyorum.. Akköprünün üstünde akan suları seyrediyorum.. oradan bulutlar yönünü dağlarıma doğru çeviriyor.. Demirkazık tepesinden bir yıldız kayıyor bahtıma..Aladağların kartalları al giymiş rüyalarımı kapıp gidiyor ansızın..
Çekiç Ali’nin sazının tellerinden bir turna havalanıyor. Bir turna meçhul yarınlara aşkın ve hüznün destanını taşıyor. “sarı yazma yakışmaz mı güzele … sarardı gül benzim de döndüm gazele”.. ah ah…gül benzi sararmışlara selam olsun.. Selam olsun aşk yüzünden kendinden vazgeçenlere. Aşkın kapısında geda olanlara selam olsun.. selam olsun canan için göz kırpmadan feda edenlere..
“ Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca” kim gönül dağlarına tırmanıyor öylece.. can özünde bir yangın başlamış çoktan.. bir yangın ki yeri göğü kaplamış.. Ateşten kalemlerle ateşten kâğıtlara kül olmuş hayalleri karalıyor. Her aşk insanı bir dağcıya çeviriyor. Yoksa kolay mı öyle gönül dağlarına tırmanmak. Dağlar içinde en yüce dağ gönül dağıdır. Zirvesinin üstünde ki karları görmek için bir ömür tırmanmak bile yetmez. Belki kaf dağına giden bir anka kuşu gibi kanat çırpmak yazılıdır aşıkların alnına..
“ Güzel ne güzel olmuşsun görülmeyi görülmeyi”..Sessizlik en güzel şiirdir güzelim.. Bir gençliğin avlusunda bırakıp gittiğimiz at bak nasıl da kişniyor. Kim yaralı kelimelerle kendini avutur böyle.. ben senin gözlerinin hapishanesinde çoktan mahkum olmuşum. Dünya benim zindanım değil mi. Göklerin yorgun bulutları çöllerin kumuna niye hiç yüz vermez. neden ağaran saçlarım siyahlığın ülkesinde öylece boynunu büker.. git bu çıkmaz sokaktan ben senin rüyalarına hiç girmedim..
Kül olmuş anılar denizinde bir gemi batıyor. Bir gemi kıyısız denizlerin ortasında yelkenlerini sürükleyecek rüzgarı bekliyor.. “ bir gemim var salıverdim engine. Şimdi rağbet güzel ile zengine” şimdi rağbet boyalı tebessümlere.. Şimdi rağbet dışı güzel içi çirkin olanlara.. Her şeyin kendini inkar ettiği meydanlarda yavaşça kapanıyor hayatın sahnesi… hayat dudaklarında garip bir ıslıkla dolaşıyor yalnızlığın meydanında..kim bilir hangi savaştan kaldı bu yara.. kim bilir…
“Vara vara vardım bir kara taşa… yazılanlar gelir sağ olan başa”.. insan yazgısının peşinde nasıl da koşuyor öylece.. Yazgı hangi kalemle yazılmış insanın alnına. Kader beyaz bir defterde siyah hatıraların yazıldığı bir hüzünler atlası mıdır yoksa.. hayat bir çerçeve ve insan bu çerçevenin içinde durmadan değişen bir fotoğraf karesi işte.. çamurdan bir kafesin içinde durmadan kanatlanıyor ruh kuşu.. İnsan şimdiki kaderinden yarınki kaderine kaçıyor..
“Ankara’da yedim taze meyveyi boşa çiğnemişim yalan dünyayı..” kulağımda bir mermi vızıltısı.. Başımda eski rüyalar ülkesinin münadileri dönüyor. “ söyleyin anama anam ağlasın anamdan gayrisi yalan ağlasın” hayalin vagonları bir hüznün lokomotifine asılmış “ trene bindim de tren salladı , zalim doktor ciğerimi elledi”.. Artık nereye gidersem gideyim bu yara iflah olmaz. Artık ne yaparsam yapayım bu sızı dinmez..
“Ah yalan dünyada, yalandan yüzüme yalandan gülen dünyada”… kaç kışın avlusundan geçtin öylece.. kaç yağmur yağdı üstüne… Sen bu rüzgârın önünde ne zaman gazel oldun savruldun… ne zaman böyle kalakaldın köşelerde.. şimal rüzgarların önünde bir yaprak gibi savrulduğun günler artık geride kaldı.. Uludağ’ın ayazında artık üşümüyor sinen.. Göbekli dağa dönerek ağlamıyorsun artık.. Temenyeri parkının civarında dolaşmanın bir anlamı kalmadı.. herşey bir rüyaydı ve artık çoktan görüldü bitti..ah ah..“ hep sen mi ağladın hep sen mi yandın, bende gülemedim yalan dünyada”..
Şimdi türkülerin albümünü karıştırıyorum.. şimdi türkülerin resmi geçit töreni düzenliyor önümde.. Urfa dağlarında gezen ceylanlara ne oldu.. ne oldu suları buz gibi çağlayan şehire.. Ali Paşa mahlesinde lorke oynayan kızlar nerdedir şimdi.. Maden dağı yine dumanlı mı?. Erzurum dağları kar ile boran mı, “İyi günün dostu sürdü sefasın, canım diyen dostlarım hani diyen ağalar nerdedir. ”.. Harran ovası ne zaman viran oldu.. yine yeşillendi mi Niğde bağları, Gesi bağlarında kimler dolaşıyor öyle.. Ürgüp’ten de çıktığını kimse duymadı mı,, dam başında açan çiçeklere ne oldu, Sivas ellerinde kimin sazı çalınır, Maçka yolları hala taşlı mı…çamlığın başında hala tütün tüter mi..Yozgat’ı hep sel Sorgun’u duman mı alır.. Ya da kim çeker akçakızın göçünü....Emirdağ’ı bir geçmeyle yol mu olur…sabahılan doğar mı seher yıldızı..kimin kara kaşları öyle ferman yazdırır.. kim beyaz giyerse söz olur.. tokat yolları mı hala taşlı mıdır..kırat gemini alınca buna hangi yol dayanır.. ağ gelinde inmiş midir yayladan..
Ah türküler sürdüm kanayan yerlerime.. avuttum kendimi böylece yaralı kelimelerle.. türküler bir sığınak gibi oldu yüreğimin zelzelerine..” seher vakti yarin kapısını” türkülerle çaldım.. “ kadir mevlam beni muhannete muhtaç etme “ diye türkülerle yalvardım.. her sitemde her nazda bir türkü çıkıp geldi yanıma.. “ divane aşık gibi dolaşırken” hayatın tam kalbinde, suskunluğumun ülkesinde, garipliğimin mahşerinde…